Club78 Davulunda Schumacher
Müzikte klavye ile başlayan ilişkim, ortaokulda Güvenç sayesinde bateriye kayıyor. Ritim yeteneğim olduğunu keşfediyorum.
Güvenç’lerin Midas diye grupları var. Ortaokuldayım o zamanlar, 90’lı yılların ortaları. TKM’de konserler veriyorlar. Başka konser mekanı yok zaten. Hepimiz ordayız. Tekirdağ’da sonraları bir kaç kafe açıldı ve TKM kapandı.. TKM çocukluğumda Erkin Koray da gelip çalardı o dönem. Cihat, Mithat Akçakaya abiler ne büyük insanlardır ki, bizlere konser yaşattılar, herkese şans tanıdılar. İyi ki varlar.
Metal Konserinde Çiçek Verme
Güvenç’ler heavy metal yapıyordu. Annemler ile bir konserlerini izlemeye de gitmiştik, sonuna kadar sabredip kalabilmişlerdi, sahneye çıkıp çiçek vermiştim.
Çiçeği verirken yanlış hatırlamıyorsam ‘Bizi dinlediğiniz için tiçekkür ederiz, ehm ehm’ mi ne demişim, artık ezberi nasıl uydurduysam. Hatta bu anın videosu vardı Erşan’da, bir ara gün yüzüne çıkar diye bekliyoruz.
Sallama Kafa, Sallama Vücutta Bulunur
Seneler sürüyor o konserler TKM’de. Gidiyoruz olmayan saçla kafa sallamaya çalışıyoruz falan, başımız dönüyor, düşer gibi oluyoruz, gençlik zamanları. Metalci gençlik. Çok moda. Zincir modası başlamış yeni. Zincirli upuzun cüzdanlar. Freebag kültürü yerini bunlara bırakıyor ki iyi ki diyorum şu an o freebagleri hatırlayınca.
Baterist Olacak Çocuk
Davulcu olacam ben. Sahnede görmüş özenmişim. Gösteriyor Güvenç ritim ve mantığı bana. Elleri dizlere vurarak ayağın ucuyla da yere vurarak ritim çalışıyoruz. Disco ritmi diye bi ritim var. Direk kotarıyorum. El Ayak Kordinasyonu, Sağ Sol mühim. Yazlıktan diğer davulcu abimiz Ozan Artun nasıl yapabildiğime akıl erdiremiyor, çünkü ritmi o henüz oturtamamış kafasında, kıskanmıyor da uyuz oluyor bana bi nevi.
Davulcuyum diye diye, arkadaşlarım beni hakkaten davulcu sanıyor. Oysa ki, elimle dizimle yaptığım numaralar dışında pratiğim yok. Nasıl olsun ki? Yok ki stüdyo, davulu olan biri. Stüdyo ne demek ayrıca, tahayyül (oh be Seval hatırlattı kullandım bu kelimeyi sonunda) bile edemiyoruz.
Tekirdağ’ın Efsanesi: Akademi Bar
Lisede hemen grup kuruyoruz. Tekirdağ’da grup kurması da kolay. Herkes her yere ulaşabiliyor, zaman bol. Trafik falan da yok. Birinin herhangi bir yere gelmesi 10dkyı geçmez. Metin Abi (Akademi) kulakları çınlasın, çok iyiydi bu konuda. Akşam mekanında grup çıkartacak mesela. Yoktu ama yaratıyordu. İşte Osman davul çalar, Mutlu’nun Bası zaten burda (kendisi illa ki gelir çıkarımı), Erşan hazır, Dilek gelir.. Diye diye, hakkaten o akşama grubu çıkartırdı. Bir keresinde Erşan’ın Distortion pedalı bozulmuştu. “Ben hallederim”, dedi. Aldı tezgah arkasında indi. Bi 5dk bekledik. 30dkya da program başlayacak. Çıkarttı cihazı “alın bakalım” dedi. Cihaz taş gibi çalışıyor. Eli de uğurluydu. Kardeşi “Physco Killer” şarkısını söylemesi özleşen ama esasen grafiker sanatçı Murat abiydi. O girişteki Şahmeranı ve içerdeki dekorların muhteşemliğini hatırlarsınız değil mi?
Her Hafta Başka Bir Bas Gitar
Benim de bas gitara geçmeme vesile olmuştur Metin Abi. Kumbağ köprüsünü geçince sağdaki açtığı mekanda çalınacak. Dinç, Güvenç, Erşan var. Basa beni geçirdiler. Manowar’lar falan var repertuar. Zor parçalar. Takır takır da çaldım. Ama basım yoktu. Her hafta başka bir bas gitarla çıktım 2 ay boyunca. Sağolsun Metin Abi bir şekilde buluyordu. Güzel zamanlardı. Cücü barda bizi paso biralardı. Sonraki sene Güvenç Ameliyat olmuştu. Gökhan ile çaldık. Gökhan davuldaydı, Tunç geliyordu solist olarak İstanbul’dan, gerisi Erşan ve Ben. Biz para almıyorduk Erşan’la. Ama karşılığında barter (hehe hakkaten bar) yapıyorduk. Hergün gidip içiyorduk. Metin Abi ara sıra sucuk mangal da yapar, ne var ne yoksa paylaşırdı. İçi geniş, kalbi büyük adamdı bizim için.
“Pistanthrophobia – İnsanlara Güvenme Korkusu”
Biz dönelim efsane! baterist olduğum lise yıllarına.
Metal çalacağız. Grubun ismi ‘Misanthrope’. İnsanlardan nefret eden, ürken ve sevmeyen anlamına geliyor. Protest, farklı bir yaklaşım, kabul. Hatta şu dönemde daha bi anlamlı. Gitgide insanların ayrışmaya, kutuplaşmaya başladığını görüyoruz.
Misanthrope, esasen ‘Paranoid Kişilik Bozukluğu‘na bağlı bir sendrom olan “Pistanthrophobia – İnsanlara Güvenme Korkusu”nun ileri aşaması. Çevremde o kadar çok insan var ki bu sendroma sahip olan, hayatları hakikaten çok zor. Gitgide de bu sayı artıyor. Teknolojiye bağlı global yanlızlaşmanın hem sebebi hem neticesi. Herkes yanlızlaşıyor. Beraber olduklarında gerginlikleri artıyor, birbilerine zarar veriyorlar. Geçmişte yatan bir travma (aldatma, kandırma, kavga vs gibi) neticesi ile, yaşanan olaylar üstüste binip bu sendromu oluşturuyor. Güvenmek istiyor, korkuyor. İlişkisi ciddiye binecekken, bırakıyor. Kimseye bağlanamıyor.
Aynısı Kaynımda Var
Yüksek ihtimalle alttaki derlediğim tanımı okuduğunuzda, “Bu bende de var.” diyeceksinizdir. Kişisel tedavisi arkadaşlıklar kurmak, dostların yanında olmak, içini dökmek. Profesyonel tedavisi ise terapiye gitmek. Bu adım atılmadığında ise depresyon ile birleşip, daha tehlikeli boyutlara gelebiliyor.
Dolayısıyla, insanların hepsinden nefret etmeyin, Misanthrope olmayın. Güvenebileceğiniz insanlar olsun, onlarla içinizi paylaşın, Pistanthrope hiç olmayın, olursanız da kurtulmaya bakın..
Pistanthrophobia, başkalarıyla samimi ve kişisel bir ilişki kurmaya karşı duyulan mantıksız korku olarak tanımlanır. Geçmişte yaşanan bir travma ya da kişiye zarar veren deneyimler o kadar ağır gelir ki korku başkalarına güvenme isteğinden daha ağır basar.
Bu rahatsızlığa sahip insanlar herkesin er ya da geç onu hayal kırıklığına uğratacağını ya da ona ihanet edeceğini düşünür. Aşırı derecede şüpheci olurlar. Daha önce ona verilen zararların tekrar edeceğinden korkar ve bunun yeniden olmasına izin vermek istemezler.
Sevgilerini vermek ve güvenmek isterler fakat yapamazlar. Bu yüzden güvenememelerinin yanı sıra hayal kırıklığı, isteksizlik, üzüntü, öfke, suçluluk duygusu ya da genel anlamda bir mahcubiyet hissederler.
Bu şartlar altında ilişki kurmak oldukça zor bir görev haline gelir. Vertigo hastası olan birinin çok yüksek bir dağa tırmanmaya çalışması gibi. Daha fazla ilerleyemeyecek hale gelene kadar attığımız her adımda düşme korkusu daha da artar.
Pistanthrophobiası olan birçok kişinin ilişkisini aniden kesmesinin sebebi budur. Daha fazla tırmanmaya ve ilişkiyi derinleştirmeye devam edemiyorlardır.
Dönelim ‘Misanthrope’ Müzik Grubumuza
Sinan, Serhat, Barış ve Erdem grubumuz. Sinan ve Serhat elektro gitar, Erdem Bas, Barış vokal, ben deniz de davuldayım.
Sinan halen görüştüğüm çok yakın dostum. Serhat’ı da geçen gün konserimizde rastladım. Sarıldık, paylaştık. Erdem memur olmuştu en son hatırladığım. Barış ise bir bankada yönetici olmuş, bu geçmişinin paylaşılmasını istemiyor. O yüzden onu taglemiyorum. Zaten ismi Barış de değil, bankada da değil, manav tezgahında kasiyer kendisi. Tekirdağ’da da hiç yaşamadı. Hehe oldu mu? 🙂
Efsane Arabalar: 90’ların Güzelleri
Çınar’a muhtemelen benden geçen, insanları kullandıkları arabalar ile store etme huyum halen devam ediyor. Annesinden geçme ihtimali zaten yok. Herhangi ayrı renk bir arabayı sizin sanıp kapısını açmaya çalışır. Bir keresinde başka bir motosikletin arkasına binmişliği bile vardır, rengi aynı diye.
Bizim Misantrope Grubunda Serhat’ın Kıbrıs’tan getirdiği altı kasislerde vuruyor diye Kumbağ yolunda 2 km önce bırakıp yürüdüğü BMW M3’ü ve Erdem’in NX Coupe’sini unutmam. Ya Mehmet Altuntaş hocamın Serçe’sini? Babamın gazı pompalayarak çalıştırdığı Renault 9’u?
Araba konusu benim için ayrı hikayedir. O dönem sevdiğim ve hasta olduğum arabalar da basit esasında. En çok Honda CRX, Peugeot 205 1.9 Gti ve Suzuki Swift 1.3 Gti‘a bitiyorum. Diğer efsaneler de Opel Corsa GSI, Nissan NX Coupe, Golf GTI, BMW M3, Alfa Romeo 33..
Yani kasa tabiriyle B-C segmentinde olan, hafif orta-küçük kasa (boyu 3.5 ile 4.0 metre arası olan)ama canavar motorlu arabalar. 90ların başı hakikaten devrim gibiydi. Güvenç’in AlfaRomeo 33’ü Boxer motordu. Üst sınıf arabalar da çok var. Mazda RX7 uzaydan gelmiş bir araçtı bizim için. Yıldız (Rotary-Wankel) motoru vardı.
Peugeot 205 Efsanesi
Peugeot’a bir ara hevesleniyoruz Güvenç’le. Bari Peugeot 1.6 gti bakalım diye. Kazasızını bulamıyoruz. Ee normal, adamlar 130küsür beygirli motor koyup, ADB Fren sistemini (Allahım Durdur Beni) koymuş sadece. Öyle ki, Peugeot 205te kalkışta öndeki küllük arkaya fırlardı. Arkası sürekli dansederdi. Düşensenize 900kiloluk bir arabada hayvani tork ve 0-100 7.5 sn! Bahsettiğim küllük de şurdaki:
Bütün bu arabaların çoğu, kuralları serbest olan B sınıf yarışlarında yarışıyor. Serbest derken HP kısıtlaması yok. Yarışabilmeleri için markalar, normal insanların bineceği arabalar üretiyorlar aynı modelden. Tabi kısıtlama olmayınca ve güvenlikler göz ardı edilince, ölümler artıyor ve bu sınıftaki yarışlar kaldırılıyor.
Nee 500 Beygir Mi?
Bakın şu alttaki Peugeot 205 Rallye modeli. Yarış versiyonu (Turbo 16 E2) çok astronomik bir güce sahip: 500 HP!. 0-100 Hızlanması 3.4 sn! Ortasında dayanıklı olsun diye 1.8 Dizel Motor kullanıyorlar. Tabi bu araç normal dünyalılar tarafından kullanılamayacağı için kasayı aynı tutup beygirini 200e çekiyorlar. (S16 Turbo) Ne kadar da az! Tabii ki bu modelden dünya çapında toplam 200 üretiliyor sokaklar için. Peugeot’un bu 205 kasası 5.5milyonun üzernde üretim yapılarak, en çok sevilen araçlardan biri oluyor.
Alfa Romeo 33
Soldan kontaklı, arkadan çekişli Alfa Romeo 33’ü Güvenç senelerce severek kullandı. Her arkadaş ve usta muhabbetinde, anahtarın sağ tarafta delik araması komik anlara sebebiyet vermiştir. Spor ruhu içinde barındıran, kendine has sesi olan bir markaydı. Öyle ki, Güvenç’le Alfa Romeo sesi duyduk mu camdan dışarı bakardık. Uzun yıllar kullandı Güvenç Alfa’yı. 33’ü satıp, 145 aldı. Fiat kökenli olması, parçalarda da avantaj sağlıyordu.
İlgilenenler için, bizi her zaman en çok etkileyen marka olan ‘Alfa Romeo’nun web sitesi: https://www.alfaromeo.com/
Formula1 Hastasıyız. Sen Çok Yaşa Schumi!
Malum o dönemler motor sporları ile de çok ilgiliyiz. ColinMcRae gerçeği var önümüzde ama esas spor Formula1 bizim için. Güvenç, CihanÖzekli ve Ben, deli gibi takip ediyoruz.
Hiç bir Formula1 yarışını hatta sıralama turlarını bile kaçırmıyoruz. Buluşmalarımızı, programları ona göre ayarlıyoruz. Sabah 5’e alarm kurup Japonya GrandPrix’ini izliyoruz. Pistleri ezberliyoruz. Takımlar, Pilotlar, Araçlar.. Tüm detaylar ezberleniyor. İnanılmaz zamanlar.
Yağmurun Kralı
Yağmur yağdı mı kral Schumacher kazancak yine diyoruz. Ben Schumacher’ciyim Ferrari takımı. Güvenç’le Cihan McLaren ve Hakkinen’ci. Yusuf Aydın Abim var, seneler sonra saatlerce Schumacher muhabbeti yaptık onla. O da sıkı Formulacıydı. McLaren araç olarak daha güçlü, aerodinamik olarak daha üstündü. Son turda nedense patlardı ama bitiremezdi. Ferrari ise genlerinde yarış olan, rekabeti bırakmayan bir marka. Bu açıdan bakınca da pilotajın önemi ortaya çıkıyor. Normal şartlarda McLaren’in damga vurması gerekirken, Schumacher faktörü bunu durduruyordu. Pozisyon korumasını çok iyi yapardı. 3 tekerlek de gitse, motoru da bozulsa, giderdi Alman.
Yarış çizgisi ve pozisyon olarak da kolay geçilmez, panik yapmazdı.
Gelmiş Geçmiş En Büyük Formula1 Pilotu: Michael Schumacher
Schumacher bence gelmiş geçmiş en büyük Formula1 pilotuydu. Doğal yetenekleri, sakinliği ve sportmenliği onu zirveye taşıyordu. Tüm rekorları alt üst etmişti. İtalya GP’sinde diğer efsanevi pilot ve idolü gördüğü Senna’nın 5-6 araba arkasındayken, Senna’nın 360km hız ile giderken, virajı alamayıp kaza yapıp ölümünü görmüştü. Bir diğer efsane pilot eski takım arkadaşı da olan, ama belki de Formula1 tarihinindeki, ikili çekişmelerin en büyüğü olan rakibi Alain Prost ise bu kazanın ardından yarışmayı bırakmıştı..
Efsane Rekabetler:
1) Ayrton Senna / Alain Prost
2) Niki Lauda / James Hunt
3) Michael Schumacher / Mika Häkkinen
Diğer efsane çekişmelerde, en son Ferrari’nin takım kaptanlığı yapan ve bu yıl 2019 20 Mayıs’ta kaybettiğimiz Niki Lauda ile James Hunt vardı. Lauda’nın yanan araçtan mucize şekilde hayat döndüğü ve bu efsane kapışmanın yer aldığı Rush(2013) filmini mutlaka izleyin.
Belçika Grand Prix (SPA)
Schumacher için Belçika GP’sinin önemi ayrıdır. Zira 92 yılında ilk GP birinciliğine bu GP’de ulaştı.
Yine Belçika GP’sinde Yağmurlu Havada, 3 Teker Gidişi
O tarihten aklımda kalan ve hiç unutmayacağım, belki de Formula 1 tarihinin en efsane geçişlerinden biri olan Schumacher-Hakkinen kapışmasını koyuyorum. Geçtikleri Bar pilotu Zonta. Eşek herif Zonta piyasa yapıyor orda, mıy mıy ortadan gidiyor. Sanırsın sarı taksi, biri el etçekte sağa kıracak.. Çakal Hakkinen ise müthiş bir hamle yapıyor, akıl dolu.
Hakkinen, yarış sonrası Schumacher’e geçişi anlatırken:
Bu müthis rekabetin detaylı anlatımı için şu linke tıklayabilirsiniz.
Hakkinen – Schumacher Rekabetini İzlemiş Nesil
Okay Karacan: Star’a Geçsin Görürsün
Okay Karacan efsanesi var o zamanlar tabi Formula1 denince. Hani milletin kanalı RTL’e çevirip, Almanca’yı sökmeyi başartan NTV spikeri. Mail atmıştı Güvenç ona ‘At Yarışı’ benzetmesi yapıp. O da efsane cevap yapıştırmıştı, “Star’a geçsin de görün, at yarışı mı horoz dövüşü mü?” diye.
Ülkenin geneli Formula1 konusunda hevesliydi. Nitekim, Formula1 Pisti yapıldı ve bir kaç yıl takvimde yer aldı. Keşke devam etseydi bu koca yatırım…
Şimdi bakınca o heyecanı bize yansıtan Okay Karacan’ı ve o zamanları özlüyorum. Sonradan çok sevdim Okay Karacan’ı. Özellikle futbol maçları öncesi, tıpkı Halit Kıvanç gibi, müthiş bilgiler verip süslerdi. Bilgiler derken, maçın oynandığı yer, nüfus ve kültürel bilgiler. Futbolcuların bilinmeyen özellikleri gibi. Çok zevkliydi onun anlatımıyla maç izlemek.
Schumacher İyileşiyor Mu?
Geçen bir haber çıktı heyecanlandık. Biliyorsunuz, kayak yaparken, bir yerde takılıp, kafasını taşa vuruyor. O tarihten bu yana da bitkisel hayatta. Geçen gün uyandığı haberleri çıktı. Kök hücre tedavisi görüyor biliyosunuz. 6 senedir, İsviçre’de bir klinikte tedavi oluyor. Kök hücre için de Fransa Paris’teki Georges Pompidou Hastanesi’ne getirildiğini öne sürüldü. İşte bu ziyaretlerinden birinde bir hemşire, onu gördüğünü ve bilincinin açık olduğunu söylüyor. Umarım gerçektir. Çok severdim çünkü Schumacher’i.
Bu Video Çok İlginç!! Gerçek Mi Bilemiyorum… Milyonlarca hayranı tarafından izlendi.
Araba Konusu Yeter Artık, Hadi Davula Dönelim
93’te çekilen 3 efsanenin de podyumda olduğu ilk ve tek an ile bu konuyu kapıyoruz.
Prova Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği
Şimdi biz bu ‘Misanthrope’ grubunu kurduk, şunları bunları çalarız diyoruz da nasıl? Müzik’te Tekirdağ’da imkanlar kısıtlı ki demiştik. Çalışmak hiç kolay değil, ne internet var, haliyle ne de youtube. Radyodan istek yapacan da çalacak da, rec-play ve pause tuşu basılı kasetçalardaki boş TDK/RAKS kasede kaydedip, akorları ve sözleri yalan yanlış çıkartmaya çalışacan, anca. Bakınca, bu doğal&zorunlu kulak eğitimi sayesinde, bizim kulağımız iyi.
Defalarca dinledik partisyonları çıkartmak için. Yavaşlatma da yok ki. Kasetler defalarca geri ileri sarıldı.
“Moruk, Şifreleri Atsana Bana Çıkarttıysan”
Tab, şifre, söz, akor falan da yok. Hükümetin yanındaki caddede, Yaşar Konak İş Merkezi alt katındaki müzik mağazasında, siparişler ile gelen fotopiler var o kadar. Yani ya bekleyecen, ya da dükkandaki hazır tablerdeki parçaları çalışacan. Bu vardı, bunu yapabildik hesabı.
Bir de hakkaten başlıktaki gibi, akor gönderme alma diye bişey yok. Herkes kendi partisyonunu çalışıp, notlarıyla provalara gelmek durumunda. Daha ciddi ortamlar haliyle.
Dolayısıyla görerek öğreniyorsun çalmayı. Ne yaptın orda nasıldı falan. Bareden parmakları kanırtarak basılan akorları deniyorsun falan. Acaip durumlar. Parmaklar sekiz çiziyor neredeyse.
Davulcunun Çalışabildiği Tek Yer: Stüdyo
Gitar mitar neyse de, davulcu nasıl çalışabilir ki parçaları? Hala kimse sorgulamaz bunu. Sen evde parçayı çalışırsın, sonra kanlı takip yaparım, sahnede oturur falan dersin de, davulcu naapsın abi?. Evde yer kaplamasını geç, gürültüden komşular rahatsız olur.
Çalışması lazım adamın, pratik yapması lazım. Metronoma bakacak, giriş çıkış onda, senkop onda.
Anca stüdyo başka yolu yok.
O yüzden provaları kendiniz için değil, gruptaki tüm enstrümanlar için düşünün ve öyle yapın.
Barış Cafe’nin Üstü Prova Yerimiz
Bizim nihayetinde prova yapmamız şarttı. Daha enstrümanları yeni tanıyoruz, büyük hayallerimiz var.
Barış abi vesile oluyor bize, Altınova Barış Cafe’nin üstündeki evini, kendi davuluyla beraber kullanmamıza izin veriyor. Destekliyor bizi.
Eski Pazar Sk’daki Trakya Müzik – (Emekli Müzik Öğretmeni) Nedim Özcan’dan, 2 kolon, mikrofon, kablo ve 8 kanallı mixer kiralıyoruz. Bu ekipmanları TKM’nin ordaki minibüs durağına taşıyıp, sarı Altınova minibüsleri ile Barış Abi’nin eve götürüp getiriyoruz.
Biraz Sessiz Olur Musunuz Lütfen!
Provalar çok gürültülü geçiyor. Metal müzik çalıyoruz, çalmaya çalışıyoruz daha doğrusu. Gitarların distortion turbo pedalları maxta falan. Anırıyoruz, abanıyoruz. Komşulardan şikayet ala ala provaları yapıyoruz. Barış abinin çok emeği vardır bizde.
Repertuar iddialı. Sepultura’dan Refuse&Resist, Pantera’dan Walk ve This Love, Metallica’dan Motorbreath var gibi. İdealizme bak be, babaları çalışıyoruz. Sinan’ın gitarını Rus Pazarından bulup alıyoruz falan. Serhat’ta B.C.Rich var.
Ve İlk Konser: GRi BAR
Gri Bar var Dereağzı’nda. Orada nasıl olduysa bi konser ayarlanıyor. Hatta bizden önce kız Emre’ler çıkıyor, Eser basta. Sonra biz çıkıyoruz ortamın mınakoyuyoruz.
Diğer Resimler İçin Kaydırın
Diğer Resimler İçin Kaydırın
Sırf gürültü, berbatız ama uyumlu çalıyoruz, sıçmadan yani tabiriyle. Ama sonuçta konser verdik biz, güvenimiz var. Davulcuyum ben artık. En çok da Motorbreath başındaki davul atağını seviyorum. Sonra dıstas dıstas gerisi.
Şimdi grup tamam da provanın devamını naapçaz? Barış Abi’yi de çok yormak istemiyoruz. Bir de kolon, kirala taşı geri götür ciddi yük.
Club78 Davulu
Bir haber geliyor, Tekirdağ’da 1.5 milyona birisi davul satıyor diye. Paramız var, fiyat çok uygun. Ama nereye koyacağız. Annemler hayatta izin vermez, üniversite sınav dönemi yaklaşıyor, daha lisedeyiz yani imkanı yok. Hadi oldu izin verdiler diyelim, koyacak yer yok ki evde.
O sıra Sinan’lar Dereağzı’ndaki müstakil evlerinde kat çıkmışlar, “Bizde boş bi oda var, yer ayarlarız.” diyor. “Olur mu lan? Olur” diyoruz, davulu görmeden el sıkışıp, almaya gidiyoruz.
Şimdi Çatı Katında İnziva Vaktii
Çiflikönü’nde bir evin çatı katına çıkartıyorlar bizi. Davul köşeye bi yere sotelenmiş üstü yarı açık. Önünde Club78 yazıyor. Yıldırım’dı galiba markası, klasik düğün davulu işte, beyaz renkli. Zilleri bile var üstünde, ful pas içinde ama. Dökülüyor davul. Hurda bildiğin. Parasını önceden ödedik, hevesliyiz ya, “Çalarız yaa” diyoruz, bi nakliye kamyonuna yükleyip, götürüp Sinan’ların üstteki odaya kuruyoruz. Zillere bozuk paraları bantlayarak tutturuyoruz, ses çıksın diye. Davulu siliyoruz bi güzel. Annemlerin haberi bile yok mevzudan. Ha şimdi oldu tabi :).
Güven Davulcu Oluyor
Bir kaç prova yapıyoruz tabi. Ben o davulu ya 1 ya 2 kez çalmışımdır. Ama benim sayemde Sinan’ın küçük kardeşi Güven, baterist oldu o davulla çalışa çalışa.
Güvenç’e de söylemiştim davul aldığımı. Güvenç de o zaman, Üst Kemancı, Eylül Bar, Gitar Bar’da “November” isimli harika bir grupla çalıyor, “Ulan benim bile davulum yok, senin nasıl var?” diyordu.
Davulu Ucuza Alıp, Uygun Fiyata Satıyorum
Derken bizim grup dağıldı!. Baktık prova da yapamıyoruz. Satayım diyorum davulu. İlker var okulda. Bir yemekteyken 2.5milyon diyorum. Çok ucuz geldi sanırım, direk el sıkışıyoruz. Oysa pazarlık yapacaktık daha. İlker de görmeden alıyor benden davulu, daha doğrusu Sinan’lardan. Güven’in öğrendiği davulunu. Aldıktan sonra döküntüymüş bu ama ucuz neyse ki diyor, ben de rahatlıyorum demek ki ucuza almışız diye.
Anadolu Lisesi Köfte Günü
Anadolu Lisesi’nde köfte günü var. Evet köfte günü. Kilolarca Tekirdağ Köftesi, ayran falan. Gidiyoruz tabii ki. Arkadan giriyoruz. Öğrenci sayısı 500se orada en az 2.500kişi var. Bizim okuldan bazı hocaları da görüyoruz ortamda. Beleş lan kaçar mı?. Ayran da var yanında.. Bütün arkadaşlarımız da orda. Sahne yapmışlar açık havada, bir baktım birileri panik. Aha bizim Sinan’lar. “Nooldu lan?” diyorum Sinan’a. “Abi davulcu yok mk” diyor. Sinan’ın ordaki konseri nasıl ayarladığını falan hiç bilmiyorum bu arada. İlginç adamdır.
Radyo Trak Kalal Talasısı
Çok anımız var bizim Sinan’la. Pişantör’deki Lostra hikayesi gibi. En çok kaset kaydederdik. Şarkının orasını burasını biçer, remix yapardık. Çift kasetçalarlı Yu-Ma-Tu Teybimde.
Aklımdaki yaptığımız Remixlerden biri mesela:
(Tarkan) Seviş Benimle, (Rüya Ersavcı) İstemiyoruuuum, (Tarkan) Dön Bebeğim, (Kayahan) Bir Yemin Ettim Ki Dönemem
gibi gibi uç uca eklenen şarkı kesitleri. Acaip eğleniyorduk ama anlatamam. Radyolardan kayıt yapıp, ilginç konuşmaları da koyardık. Hatta yakaladığımız blooperlar da vardı.
Şelale İsmini Sadece Bir Kere Duydum
Bir keresinde RadyoTrak (Efsaneydi. Tek Radyoydu. Sinan buradan paso bilmeceleri bilip, yemek kazanırdı. Biz de yemek fişini almaya beraber giderdik. Şelale Ablamız vardı Radyodan. Sesini çok severdik ama ben kendisini de görünce vurulmuştum. Sonra şelale aktı gitti tabi nereye gttiyse. Neyse parantez kapa) haberleri kaydetmiş Sinan. Kızın biri haberi sunarken şunu diyecek “Başbakanlık Karar Tasarısı.” Yaklaşık 10 kere denedi. Yılmadı. Her seferinde hata. Aynen şöyle..”…Karal Tasarı, Kalal Tası, Karar Talasısı..” Dönmüyor kitlendi kız. Sonra bi 3 sn durdu. Haberi direk atldı sonrakine geçti..
Her Kasede Kayıt Yapılır
Bunların hepsini biz şansa kasede kaydetmiştik. Ve o kasedi kaybettik!. Sinan, bir ara yazlıkta bizim o falan demişti ama çıkmadı. Sadece boş kasetlere değil, eski dinlemediğimiz kasetlerin üzerine de kayıt yaptığımız için herhangi biri olabilir..Hala umudumuz var.
Bu konuşmaları seslendirdiğimizde kimse anlamıyor, ama Sinan’la ben çok gülüyoruz. Radyo Konuşmalarından birinde Dini Radyodan makara olsun diye almıştık, ama aksan ve söylenişi ilginçtir. Yani Sinan’a ben şimdi “Ze-Be” desem, o da bana “Temiz Süt Emmmiş” diyecek. Hiç anlamı olmayan sadece ikimizin anlayacağı bişey. Anlamak derken de güleceğiz, başka bişey yok.
Kızgın Köftelerden, Serin Sahnelere
Nası yoktu hala hatırlamıyorum ama Sinan’ların davulcusu gelmemişti falan galiba. “Ben çıkayım” diyorum, “İyi olur” diyorlar. Çaresizlik var tabi, de ne çalınacak ben hiç bilmiyorum. Oturuyorum davula, 4 say diyorlar, biliyorum 4 saymayı da neyin metronumu abiii?
Sinan’ın Egzantrik Parçaları
Gene absürt parçalar çalışmışlar, hiç duymamışım ki o parçaları. Sinan işte. Bulur öyle bi yerlerden, keşfeder. Youtube falan yok ki anasını satiim nerden duyacam.
4-4 gittim tüm konser. Berbattım resmen. “Orda senkop vardı” diye dönüp duruyor Sinan. “Ne senkopu benim elimde baget var” diyorum, ulan parçayı bilmiyorum ki, hadi bırak bilmeyi fikrim bile yok. Allahtan millet dalgasında da bitiyor bi şekilde olaysız.
Çok sevdiğim bir samba ritmi var, bi de tek ayakla sektirip çift kros gibi yapabiliyorum bende kalan tek numaralar bu davuldan şu an.
Grease Müzikalindeyiz
Lise sondayız. Orkestradayım. Aynı zamanda Grease müzikalinde de oynuyorum bir parçada solistlik de var. Ortaokuldan beridir, bir şekilde şarkı söyletiliyor bana. Okul açılış kapanış sunuculuğunu Burcu ile senelerdir yaptık. Mikrofon gördüm mü de dayanamıyorum herhalde.
Diğer Resimler İçin Kaydırın
Diğer Resimler İçin Kaydırın
Orkestra ile müzikali deniyoruz olmuyor, beceremiyoruz. Notalar geliyor bir şekilde ama çalamıyoruz. Bir parçanın çevirimli 50 farklı akoru var. Hopelessly Devoted To You. Olivia Newton John.. Müthiş parçadadır.
Linkini ekliyorum buraya:
Transpose Yapmak Yasaktır
Avustralya ile yazışıyor okul. Disket ve CD geliyor sonunda. Disketi Sertaç’ın Roland E86 klavyesinde deniyoruz diye hatırlıyorum. Tonlar kötü geliyor. CD versiyonu şarkıların orjinal hali, vokalsiz. Karaoke yapılacak ama tranpozesi yok haliyle, orjinal tonlarda söyleyeceğiz. Dağılmda bana düşen parça, Deniz ile düet yapacağımız Mooning parçası.
Can Hocam’a çok dik diyorum, özellikle ikinci sözlerde Fa5’e kafa sesiyle çıkıyor, ama yok başka şansımız. Önceleri öte öte, sonra düzgün söyleyebilmeye başlıyorum. Mecbur, bir de veriyorlar gazı, aslansın kaplansın.
Trakya turnesi, 5 sahne yapıyoruz. Tekirdağ’da 3 yerde çıkıyoruz, halka açık TKM dahil. İstanbul’da gösterisini izliyoruz. Her şeyin güzel olduğu zamanlar. Oradan yapışıyor şarkı söylemek bana. Videosunu çok aradım ama bulamadım. Olan varsa lütfen ulaştırsın bana.
Konservatuvar Sınavı
Özgür diyor ki, gel konservatuvar sınavına girelim. Annemlere söylüyorum. Babam ana meslek olarak müzisyen olmayı tasvip etmiyor, ağzı buruk. Annemse “girsin, denesin” diyor.
Bize “İTÜ’nün sınavı var ve başvurabilirsiniz” diyorlar. Yatırıyoruz parayı Özgür’le. Sınav günü geliyor, atlayıp gidiyoruz İstanbul’a. Okulun yerini iyi biliyorum, Güvenç’in okuduğu İşletme Mühendisliği ile aynı kampüste. Maçka’da. Özgür’le kantinde masada oturuyoruz. Kantinci abiye ‘Abi bana bir ‘La’ Verir Misin?’ diye soruyorum. Hakkaten sordum bunu. Sonra masaya ‘Sosisli’ geliyor. Anlam veremiyorum ama açız zaten iyi oldu.
Tekirdağ İslam Büfe’den sonra yediğim en lezzetli sosisliydi bu arada. Bir diğeri de Rumeli Hisar’ı sahildeki büfeninkidir.
Heyecansız Bekleyiş
Sınav yapılacak kata çıkıyoruz. Koridorda sağda oturan bi kaç öğrenci var. Yanlarına oturuyoruz. Kendi aralarında heyecanlı meyecanlı konuşuyorlar. Müzikal terimler, 3lü 5li falan. Konuştukları dili anlayabiliyoruz ama iletişim kuramayacağımız kadar karışık kelimeler fln var. Bizim yanımıza bir öğrenci daha oturuyor. Bize dönüp ‘Siz Hazırsınız Galiba?’ diyor. Konuşmuyoruz ya, muhtemelen bizi rakip olarak gördü, tanımaya çalışıyor. Ben diyorum ki “İçeride ne sordukları hakkında hiç bir fikrimiz yok!”. Hakikaten de yok, kimseye de sormadık, çalışmadık da..
Yanımızdaki çocuk potansiyel iki rakibini ekarte etmiş olmanın verdiği rahatlıkla, yardım etmeye çalışıyor: “Bu ilk aşama. Önce bir ritim çalarlar, sizden o ritmin tekrarı istenir, sonra aynı anda iki ses basarlar, ikisini de söylemenizi beklerler. Size tüyo vereyim, kalını aklında tut, ince zaten çıkıyor. (Ne diyon amk?) Sonra da bir melodi çalıp, o melodi tekrarını isterler. Melodinin ne olduğunu da sorarlar. Genellikle İzmir Marşı vs olur.” diyip bizi bi nevi içerde karşılacağımız senaryo hakkında bilgilendirmiş oluyor. Başka aşama var mıydı ne sınvda ne konuşmalarda inanın ki hatırlamıyorum.
Odaya Girdim
İsmim okundu ve içeri girdim. Sağ tarafta muhtemelen benim duracağım yerde masa, sandalye var. Sağ köşede bir perdeyle ayrılmış bölüm var, arkasında piyano olduğunu duyacağım. Solda da yanyana oturmuş 6-7 kişiden oluşan jüri.
Merhaba hoşgeldin ne ettin faslı falan. Aralarında en yaşlı olanı, liderleri yani, dedi ki bana: “Masaya oturur musun?”. Peki ben ne yaptım dersiniz? Evet şaka değil, gittim masaya oturdum!. Çünkü işaret ettikleri yerde önce masa var, sandalye arkasında. Bense düz mantık işte. Masaya oturunca ses daha iyi çıkacak herhalde falan altyazısı beynimde. Dakka bir gol bir haliyle. Konuşuyorlar fısır fısır “ahahah, güldürdü bizi”. Pozitif rüzgarı bi esti şöyle.
Neyse geçtim arkaya, oturdum sandalyeye. Masanın üzerinde arkası silgili bi kurşun kalem var.
Sınav Başlıyor
1.aşama ritim. Açıklıyorlar. Önce onlar yapacak, sonra sen. İyimiş diyorum içimden, ritimde iyiyim zaten. Abim bi taktıkı tıkıtak tıkıtıktık gibi bişey yapıyor. Ben kalemi elime alıyorum ucuyla bir kaç kez vurduktan sonra.. “arkasıylaaa” diyorlar. Kalemi çevirip devam ediyorum.
2.aşama çift ses. Bir anda sağımdan piyano sesi geliyor, perdenin gizemini orda çözüyorum. Ulan görsem ne olacak ki haha. Aklıma kordiordaki sevimli hayalet Casper’ın dediği laf geliyor, “kalını tut, ince çıkar.” . Aha hakkaten. Kolaymış. Çalan ablam, gitgide inceltiyor sesi, ben de hepsini takır takır veriyorum. Ama sürpriz. 3lü sese geçtiler! Allahtan akor gibi basıyor. Kulağım ayırt etmede iyi. Algılayabiliyorum.
3.aşama melodi. Hiç fikrim yok. Millet aylarca çaışıyor şarkılara. İşte bir melodi çalıyorlar uzunca, sen bir aynısını söylüyorsun notalarla. Başını bir kısım söylüyorum, gerisi sallamasyon falan derken unutuyorum. Bir kaç kez daha çalıyorlar. Yok aşina olsam gider de, bilmediğim denizler.
Aha Tanıdık Varmış İçerde
Teşekkür ediyorlar, çıkıyorum. Kapıyı kapatıyorum. İçerden “Kıvaaanç” diye bi abla çıkıyor. Aaaa, yazlıktan tanışıyoruz. Ebru, Esra, Janset Kardeşlerden ama 4.değil. O sulardan ama işte. İsmini hatırlamıyorum. Ben kör tabi, görmedim içeride.
Bana diyor ki: “Kıvanç niye gireceğini söylemedin sınava? Sana hazırlık yaptırdım, çalıştırırdım. Kulaktan iyi not alacaksın, yeteneğin anlaşıldı ama hazırlıksız olduğun her halinden belli. Sen bu bölümü gerçekten istiyor muydun ki?” diyor. “Denemek istedim.” diyorum. Hoş öyle bir dönem ki, ne istediğimi gerçekten bilmiyorum. Üniversite seçiminin kendimde hep erken olduğunu düşünmüşümdür. Ayrıca, o ablanın konservatuvarda olduğunu bile bilmiyorum ki.
Sonuçlar biz zaman sonra açıklanıyor, 52 ile ilk sınavı geçmişim. Sevinemedim nedense. İkinci aşamasına girmiyorum. Girsem de geçemem zaten. Millet bir sene çalışıyor o sınav için. Utandım da. O kadar değerli hocaların karşısına spor olsun diye gelen, vakitlerini çalan birisi oldum. Ayrıca benim girdiğim bölüm TSM Temel Bilimler’miş. İstemiyorum ki ben orayı!.
Milliyet Liseler Arası Müzik Yarışması
Bunun bi kısa özetini Tekirdağ’lı Pişantör hikayesine geçmiştim. Detayını anlatayım.
Okul orkestramız ayrı proje. Milliyet’e katılacağız. Hemen davula geçiyorum. Atlıyorum yani çalayım diye.
Ama okulun esas basçısı Burç geçen sene mezun olduğu için teknik olarak katılamayacak, ben de berbat bi davulcu olduğum için basa geçiriyorlar beni. Bası-veriyorlar yani. Hadi gülün burda.
Arkın geliyor diğer okuldan davula. Adam davulcu zaten. Benim de bası bi kaç kere çalmışlığım var, gitardan da alışkanlık basit geliyor zaten. Burç’un bası ile çalışıyorum. İsmail’in de Kırmızı Washburn’u var müzik odasında slap kasıyoruz. O teller nası kopmadı hayret.
Bir İcra, Bir Beste, Bir Lisan, Bir İnsan
Vokal de yaptığımdan orkestrada bas gitar, solist oluyorum. Gitar&Vokal-Emre, Davul-Arkın, Klavye-Sertaç, Saksafon-özgür, Bas&Vokal-Ben. Bir icra bir beste diyorlar. Saksafon da var bizde ya, ‘George Michael-Careless Whisper’ ile icra, ‘MyFriend-Güvenç Kaplan’ ile beste dalında katılıyoruz. Lütfü Kırdar’da yarışma. Yazlıktan İstanbul’lu arkadaşlarım İlknur ve Bilge geliyor izlemeye. Güvenç’le Tarık da geliyor. Bana sesini yorma sakın konuşma diyorlar, çıt çıkarmıyorum, soru soruyorlar, dilsizi oynuyorum.
Candan Erçetin’in Umrunda Değil
‘MyFriend’ bestesi armonik olarak çok güzel. Majorden minöre geçişleri var. Jüride Ufuk Yıldırım, Candan Erçetin var. Candan Erçetin’i çok beğeniyoruz o dönem. Yeni çıkmış klibi, çok konuşuldu. Tüm klipte sadece oturup şarkı söylüyor, başka sahne dekor yok. Kıbrıslı oturuşlu klibiyle. Sandalyeyi ters çevirip oturmanın Kıbrıslı oturuşu olduğunu sonradan öğrendim Kıbrıs’a gide gele. Bu arada Candan Erçetin’in Kıbrıs Vatandaşlığı aldığını ve orada vergi rekortmenleri listesine girdiğini hatırlatalım. Klipte bütün gün oturduktan sonra mı “Kıbrıs Vatandaşı olmalıyım” düşüncesi aklına gelmiştir bilemem.
Uzaylı Derya ve Halley
Yıllar sonra 1999-2001 yılları arasında ‘Kamelion, Enjoy ve Kerim Çaplı’da beraber müzik yaptığımız Uzaylı Derya‘nın 1986 yılındaki Eurovision’a Candan Erçetin’in seslendirdiği Halley parçası ile katılmış olacaklarını öğrenecektim. “Klips ve Onlar”. Gitarda Gür Akad, Davulda Derya var.
İlk 10’a kalıp, 9.oluyorlar. O yıla kadarki en iyi derecemiz. Oy vermede daha bir objektiflik var. Yani o onu kolluyor, gurbetçiler telefondan yağdırıyor falan yok. Melih Kibar’ın müthiş bestesi. Harika bir batı aranjmanı.
Dönelim Lütfü Kırdar’a.
Parçayı çalarken gözlerimiz jüride. Acaba ne tepki verecekler diye bakıyoruz. Ufuk Yıldırım, elinde kalemle oynuyor, kafası eğik paso. “Dinlemiyo lan bu bizi” diyorsun uyuz oluyorsun.
Careless‘ı çalarken bir anda davul susuyor. Meğerse cross pedalının yayı atmış. Arkın almış pedalı sallandırıyor eliyle havada. Aksilik işte. Neyse tamir ediliyor falan, bir kez daha izin veriyorlar. Baştan çalıyoruz ama moraller bozuk. Özgür de ondan önceki haftasonu kavga etmiş, gözü mor, Bluesbrothers hesabı çıkıyor gözlükle sahneye.
Candan Tebrikleri Kabul Ediyorum
Besteye geçiyoruz. MyFriend‘de minöre geçtiğimiz an ikisinin de kafası kalkıyor. Parçayı hatasız sonlandırıyoruz. Bizim de zamanımız bitiyor, çıkıyoruz sahneden. Soyunma odasına geçerken Candan Erçetin gelip “çok güzel parçaydı, tebrik ederim” diyor. Moraller tavan. Arkadaşlarım çok beğeniyor. Güvenç foto çekmiş bi sürü. Ama benim fotoğraf konusunda 2.salaklığımı tekrar edip, bakayım derken kapağı açıyorum, yanıyor fotolar. 1-2 tane kurtarılıyor içte sarılı kalan. Aynı film yakma işini, ilkokulda Vatan Yahut silistrede Abdullah çavuşu oynadıktan sonra da yapmıştım..
Neyse sonuçlar açıklanıyor tabii. Kazanamıyoruz. Galatasaray yine ödül alıyor. Kimse de sorgulamıyor neden öğretmenleri jüride diye tabi…
0 Comments