Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

Hakkımda

Çok çalıştım yeter ulan! diye emekli olup, istediklerimi gerçekleştirme zamanım geldi dediğimde henüz 40 yaşındaydım. Bir sürü farklı karakteri yaşayabilmek için akıl sağlığım da yerinde olmalıydı. Ama değildi tabi. Zaman piskopatlığına girdim. Her şeye yetişmeliydim. Kıvanç Bey, Baba, Koko gibi birbirinden farklı hayatlarımı tek bedende uyum içinde yaşatmalıydım. İş, Aile, Müzik, Hobi… Çatışmaya  başlamışlardı çünkü. Her biri kendisine ayrılan zamanı az buluyor ve diğer karakteri suçluyordu bunun için. ‘Şizofreniye Girişe Hoşgeldiniz’ diye bağırıyordu tek olan bedenim.

Gitar Teliyle Balık Tutmak

Sahnede iken, ‘Ömrümün sonuna kadar müzik yapmalıyım, benim özüm bu’ derken, ertesi günün yorgunluğunda ‘Sakin bir hayat kurup, balık tutmalıyım’ diyordum. Bu durum, hafta boyunca devam edip, haftasonu bara gidip, ilk notayı vurana kadar sürüyordu. Tekrar serseri oluyordum. Büyülü dünya evet. Gerçek değil ama, koca bir balon içinde yüzlerce, binlerce yalancı insan. Ama yaptığımız müzik. Kötü duygular barınamaz, barınmamalı.

Bir orkestra içinde olabilmek, grupça bir parçayı canlandırmak çok farklı duygu. Tarif edemem. Bunu anca müzisyen-sanatçı dostlarım anlar. Takım oyunu bu, toplu halde uyumlu olmalısınız. Hem kendinizi, hem diğer enstrümanları dinlemelisiniz. Çıkan sound, ortak çıkan müziktir ve bunda herkesin payı var. Sahne benim için kardeşim ve dostlarımla beraber, uyum içinde şarkı icra ettiğimiz bir kafa boşaltma yeri. Biz önce kendimiz eğleniyoruz. Önemli olan da bu. Kişisel olarak da enerji fazlam var ve sahnede atabiliyorum.

O Zaman Şarkı Söylemek Lazım

Şarkı söyleme konusunda ise lisede beni gazlayan Can hocamdı. Grease müzikalini Karaoke söylüyorduk ve tranpoze yoktu haliyle, bağıra bağıra başladım. Sonrasında okul orkestrasında bas gitar solist yaptılar. Ama profesyonel anlamda bar ortamında beni şarkı söylemeye, Fırat iteledi.
Daha 2000’li yılların başındaydı. O da niye? Türkçe’leri söylemezdi paşam. O zamanlar öyleydi ama. Yabancı müzik, kalite her yer. Peeh gözünü seveyim Taksim’in. Neyse ki biz o anları yaşadık ve dönüşümü gördük.

Eko ise çoğu programı bıraktı! bana. Yok beli, yok tatili, yok hastalığı, yok ertesi gün işi vs sebeplerden. Çok iyi solisttir Eko, enerjisi, koşturması, hareketleri ve se kontrolü, rengi.. Beraber çok güzel programlar yapıyoruz.

Beraber şarkı söyleyenlerin de ayrı bir uyumu ve duygusu vardır. Bunu tarifleyemeyeceğim ama ne demek istediğimi vokal arkadaşlarım anlamıştır.

Şarkı söyleyebilme tecrübesini en çok Melis’le beraber yaşadım. Uzun süre iki solist olduk, bana şarkı söyletti ve öğretti. Hatalarımı kapatırdı. O eşsiz dramatik sesine, uyum sağlayabildim neyse ki. Bir de o zamanlar kafam iyi olmasa dediklerini daha iyi anlayacaktım ve uygulamaya çalışacaktım tabi.

Doğru diyafram ve ses rengi için sevgili Elis’ten eğitim aldım. Şan eğitimi güzeldir. Olmayan hayali bir şeyi yaparsın. Sesi geri atmak falan. Nefes egzersizleri, diyafram egzersizleri kafa da yapar. Çok mutluyum kısaca söylerken. Hala öğreniyorum hatalarımı. Tizlere çıkmak değil, o duyguyu geçirmek. Zira herkesin sesi var ve sahnede olmak istediği kişi sensin. Keşfediyorum kendimi yine de.
Hep cover söylemekten, taklit yapmaktan, kendi sesimi bulamaz olmuşum. Doğruyu elbette bulacağım. Çok keyifli ve eğlenceli geçerdi dersler. Çünkü oksijenden kafam iyi oluyor. Bu genel olarak böyle ama, şarkı söyleyenlerin hakikaten kafası güzeldir. Uzun süre sahneler ve 2-3 gün peşisıra şarkı söylemek zor. O yüzden sesimi dinlenik tutmaya, ılık çay tüketmeye ve sesimi açıp ısıtmaya çalışmaya devam ediyorum. Genellikle kısık olan sesim, sahnede 3-4 parça sonra açılmış oluyor. Rengi, yorgunluktan dolayı benim tam istediğim olmasa da çıkartabiliyorum. Bu işin sesi ısıtmak dışında, diyafram kasını da güçlü tutmak için, spor yapar gübi düzenli egzersizleri yapmak şart. Yine de rock söylerken distorse güzel oluyor diye zorlamasam iyi olacak.

Nihayetinde bu git-geller ve itelemelerle mecbur benden solist yarattılar. Oysa ne güzel enstrümanisttim ben back vokal de yapan.

Solistlik yapmak kolay değil, müthiş stres. Rol yapmak zorundasınız. Yüzünüz gülmek zorunda ve doğru söylemeli, sözleri atmamalısınız. Herkesin sesi var ya, o yüzden izleyenlerin çoğu solistin yerinde olmak istiyor. Zor sorumluluk gerçekten. Buraya bu konuda iki tane alıntı bırakıyorum. Biri beni müzik hayatımda en çok etkileyen grup Queen’in 1991 Innuendo albümün 12.ve son parçası olan “Show Must Go On”‘un nakaratından alıntı. Diğeri ise yine bizim çevremizin izlediği müzik filmleri arasında, baş yapıt olmaya aday 2001 “Rockstar” filminden bir kesit.

QUEEN – SHOW MUST GO ON (1991)

The show must go on
The show must go on
Yeah
Inside my heart is breaking
My make-up may be flaking
But my smile still stays on

ROCKSTAR (2001)

Your job is to live the fantasy
Other people only dream about.

Beyaz Yakanın İdolü Clark Bey

Bu hayat karmaşası bende Clark Kent – Süpermen gibi ayrışmalara başlamıştı. Dengem şaştı. Birinden mutlu oluyorsam, diğeri hüzün veriyordu. Hepsine zaman ayırmalı, yetişmeliyim derken de, zamanın yetmediğini, 1 günün 30 saat olması gerektiğine inandım. Değildi ama! Üstelik bu zaman, çok hızlı akıyordu. Metronom 60’larda değil 80’lerdeydi benim için. Bir yerden bir yere hızlı varmalıydım ki, diğer işleri düşünebilecek zamanı bulabileyim. Adrenalin manyaklığı..

Herşeyi çok hızlı düşünüp, hızlı kararlar almalıydım. Kotarıyordum da bunu. Uyumadım, uyuyamadım. Şizofrenik depresyona gidiyordum ve bunu engelleyemiyordum. Bu bataklığa yanımdaki insanları da çekiyordum. Kırıp, bozdum, küstürdüm onları. Çoğu normal olabilecek arkadaşlık muhabbetini bitirdi bu belki de. Hepimiz Gepetto ustanın elinden geçmemiştik sonuçta, ve benim biraz daha yontulmam gerekiyordu.

Bu Maskeli Balo ve Onun Sahte Yüzleri

Ailem, eşim hep yanımdaydı. Karakterlerim birbirinden kopmaya, hafızalarını da ayırmaya başladı. 9 ay ilaç tedavisi kullandım. Kendimi mutsuz eden karakterleri sildim. Onlar ne yapmak istediğimi de, düşünmemi de engelliyordu. Ha şimdi ne yapmak mı istiyorum? Bu soruyu hepimiz aradık, arıyoruz di mi? Henüz cevabı bulamadım ama en önemli aşamayı tamamladım. O da ne yapmak istemediğimi belirlemek oldu. Bana zorla dayatılan işlerden uzaklaştım ve maskelerle konuşanları da uzak tuttum. Onlar da bana bayılmıyorlarmış ki, bunu başarmak çok zor olmadı. Menfaate dayalı hiç bir ilişkinin devamı olmaz inanın bana.

Kendimi bildim bileli müzik hayatımdaydı. Lise sonda müzikten para kazanmaya başlamıştım. Şöyle bir bakınca, bu sene sahne hayatımda 22.seneyi bitirimiş olacağım. Bu durum bu yaşıma kadar öyle bir yanımda olup beni saracaktı ki, haftasonları kimseye zaman ayıramayacaktım. Ne bir arkadaşımın düğününe, ne okul arkadaşlarımla içmeye, ne de bir kamp-tatil programına dahil olabilecektim. Arkadaşlık kurmak ve devam ettirebilmek kolay değil. Gerçekten zaman, fedakarlık ve emek istiyor.

Kardeş Bu Akşam Geliyoruz da, Kapıya Metin +5 Yazdırabilir Misin?

Çoğu uzun sürebilecek arkadaşlıklarım hiç yürüyemedi benim. Sosyalleşme bir ihtiyaç, ve maalesef ben bu programların bir parçası olarak çağrılacak kişi değil, uğranılacak kişi olacaktım. Sahneden sahneye arkadaşlarımla arada görebildiğim kadarıyla muhabbet çevirebilecek, çoğunu kapıya isim olarak yazdıracaktım. İsim yazdıranların çoğunun, bakmayın durumu var ama yanlarındakine, ‘Kapıda ismim var’ havası olacak işte.

Deli gibi çevremiz olduğunu düşünürler ya, esasında çoğumuz bu açıdan yalnızızdır. Birlikte zaman geçirmekten en keyif aldığımız anlar, aynı hobiye tutkuyla bağlı olduğumuz insanlarla oluyor.

Müzikle geçen keyifli anlardan bir kaç foto:

¨Hobisi Olan Adamdan Zarar Gelmez.¨

Hobi derken bunu sadece müzik olarak anlamayın, müziğe yeteneğim yok diye de düşünmeyin. Herkesin bir yeteneği vardır, çıkması için doğru kanalları denemeniz gerekir. Kişisel hobi dediğimiz, kendinizi ifade edebildiğiniz, yaparken keyif aldığınız haller kısaca. Beyninizi onunla meşgul ederken, hem boşaltıp hem de rahatlattığınız bir tanım. Resim yapın, şiir yazın, şarkı söyleyin, puzzle-maket uğraşın, sudoku çözün vs. Bunları iyi yapmak zorunda da değilsiniz.

Babamın güzel bir lafı vardır: ‘Hobisi olan adamdan zarar gelmez’ diye. Çünkü hobi sayesinde, içinizdeki negatif duyguları eritirsiniz. Bu çimlerde çıplak ayak yürümek gibidir. Bir de bir bakmışsınız, size özel nitelendirdiğiniz bu tutkuda, hiç tahmin etmediğiniz insanlar da var. Size çok itici gelen birisi maket hastasıymış, marketteki görevli motosiklet tutkunuymuş, kat görevlisi kuş fotoğrafçısıymış.. Çok ilginç insanlar var hakkaten. Onlarla kaynaşıp, bu birlikteliği sağlam temellerde kurmak çok daha kolay. Bizde de öyle.

Tanıyormuşsunuzçasına Kelimesini Nasıl Yarattınız?

Hiç tanımadığınız bir motosiklet tutkunuyla veya enstrümanistle saatlerce bıkmadan konuşabilir, üstelik ismini bile bilmediğiniz bu kişiyle aylardır tanışıyormuşsunuzçasına (Nasıl kelime oldu lan bu?) mutlu olabilirsiniz. Hobileri kendiniz için belirleyin. Başkaları için değil.

Motosiklet harika bir tutkudur mesela.

Müziğe hiç küsmeyin. Müzik ruhun hakkaten gıdasıdır. Müthiş bir tanımlama bu. İnsanın yaklaşık %60i su olduğundan, müzik sizi titreştirir. ‘Music Vibes’ yani. Ve uyumlu ritimli sesler, sizin içinize masaj yapar.

Neden 6 Telli Bu Bas Gitar?

Bas gitar da ilginç bir enstrümandır. Basitçe ritim enstrümanıdır. Davulun yandaşıdır. Bizim kafalar aynı olduğu için Güvenç’le çok iyi anlaşırız. Senkop mesela hissederiz, aynı anda yaparız.
Bas gitar, keman ailesinden gelir, kontrabas olarak halen hizmet eder. Leo Fender abimiz ona bir manyetikle perdeler takmıştır, orkestra için daha rahat taşınabilir ve duyulabilir enstrüman olmuştur. Modernize edilmiş demek doğru ve ilginçtir halen o yılların soundunu yakalamaya çalışıyoruz. Bss gitar alt sesleri veren, altyapıyı dolduran, ritmi melodikleştiren ama kimsenin gerçekte ne işe yaradığını blmediği bir enstürümandır. Varlığından çok, yokken birşeylerin ters gittiği anlaşılır.
Basçılar da komiktir onlara göre zira. Kafaları oynar tepinir durur. Espriler havada uçuşur, ‘Grup kurduk, sana da basıverdik’ gibi. Ben daha ziyade ‘Basın Sözcüsü’ tanımını seviyorum.
 





Banyo Reverbi Sizi Saracak

Kulaksa gelişebilen bir organdır. Doğuştan yetenekli olan biri, bu yeteneği ile diğerlerine göre daha hızlı yol alır, ama diğeri alamaz diye bir şey yok. Sabırla üzerine giderseniz, gelişirsiniz. En olmadı, herkesin sesi var. Korkmayın iyidir kötüdür diye. Banyoda şarkı söyleyin mesela. En güzel reverb oradadır. En güzel enstrüman da içinizde.

İstanbul=İsyanbul

Kendimle ilgili ‘Ağlayan Palyaço’ resmi çizmiş olabilirim ama emin olun ki, bu konudan çok rahatsız da değilim. Sonuçta kimse bana silah zoruyla bir şey yaptırmadı. Bu seçimi ben yaptım. Pişman da değilim. Çok eğlendim, çok güldüm, harika zamanlar geçirdim. Bizim müzikten dolayı oluşan dostluklarımız çok daha sıkı oldu. Dertlerimizin çoğu ortaktı. Bunların başında İstanbul’da yaşamanın getirdiği bir bedel vardı. Yaşamak için çalışmak zorundasın. Çünkü giderin hep gelirinden fazla olacak, sen de o gideri karşılayabilmek için çalışmak zorunda olacaksın.

Yaklaşık 15 sene tabiri caizse köpekler gibi çalıştım. Hem iş, hem müzik. Yapabildiğim birikimi yaptım. En büyük birikimim ise, ailem ve oğlum oldu. Onların varlığı, yaşam enerjileri beni ayakta tuttu. Sigarayı da Çınar sayesinde bıraktım 7 sene olacak. Benim hayatımdaki en büyük başarılardan birisidir bu.

Fil Hafızası İçin F11’e Basın

Bir yandan da yazmaya başladım. Aklıma ne geliyorsa. Önce notlara, sonra bilgisayara. Fil gibi hafızam var. 25 sene önce bir otobüste tanıdığın elinde gördüğüm kitabın ismini hatırlayabiliyorum. ‘It’s a gift and a Curse’ olsa da bu, doğru yönlendirdiğimde beni ayakta tutuyor, yazıya döküp rahatlayabiliyorum. Yazmaya olan ilgim hep vardı.

Halen çok kötü bir el yazım vardır. Gizli solak olup, sağ ele alıştırıldığımı düşünüyorum. Zira Çınar da solak. Kendim bile okuyamam çoğu zaman yazımı. Ama bıkmadan yazarım. Hep kompozisyon derslerinde ek sayfa alır, tam puanla geçerdim. Severdim yazı yazmayı. Şiirlerim de vardı. Hatta ödül ve derecelerim de vardı şiir yarışmalarında.

Niyazi Orhan

Rahmetli Türkçe öğretmenim Niyazi Orhan’ın üzerimde ne kadar emeği olduğunu şimdi anlayabiliyorum. Bu insanların değerini keşke daha önceden anlayabilsek ve gidip ellerini öpebilsek. Lise 2’deyken bile bana güzel yazı kılavuzu hediye edip, benden umudunu kesmeyen öğretmenimi saygıyla anıyorum. Özellikle hocam demedim, çünkü çok kızardı bu kelimeye.

Yerinde Duramayan Adam

Hiper ilgim vardır. Tutku insanıyım. Ukala gibi gözükebilirim, her konuda bilgisi varmış gibi. Ama inanın ki tutku beni en çok çeken duygudur. Tutkusu olan her insana yanaşır, öğrenirim. Rahatsız birisiyimdir bu konuda, hep rahatsızdım. Lisede orkestra, müzikal, basket takımı, sunuculuk, istiklal marşları, bayrak taşıma görevlerinde olup üstüne takdir alırdım. Övgü belgem vardı. Boş duramazdım çünkü. Ayrıca sabit oturamam. Okul çağım da böyle geçti benim. Sınıfın arkasına silgi atıp, sonra o silgiyi almak için kalkar otururdum. Maksat hareket olsun.

Onun dışında işitsel takıntımı göz ardı edebiliyorum bir nebze ama görsel obsesyonum çok ağırdır. Kompolsiyonları kontrol altına alabiliyorum biraz daha neyse ki. Pasif Agresif kişiliğimi çözebildim yani kabullendim ve OKB ile de yaşamaya devam edebiliyorum. Bu konuyu burada çok detaya girmeden ayrıca yazmak isterim. Temelde şu cümle yakışıyor buna; ‘It’s a gift and a curse.’ (Bu bir nimet ve lanet)

Yazmak beni uzaklaştırdı problemlerimden. Anılarımı detaylı paylaşmaya başladım. Fotoğraflarımla, ifade edebilecek görsellerle.. Arkadaş çevrem, dostlarım okudu, okudukça teşvik ettiler. Yazmaya devam ettim. Yazdıkça da ne oldu, duygularımı tarifleyebildim. Terapi gibi geldi bana. Abim bu siteyi açtı, arkadaşlarım da kitap çıkar hatıramız olur demeye başladılar. Yaşadıklarımı, araştırmalarımı yazıya dökmeye başladım ki, uçmasın bunlar kalıcı olsun.

En Büyük Sorun İnsanların Birbirini Dinlememesi

Başka neyi keşfettim yazarken biliyor musunuz? Anı yaşamayı, ve yaşanan anı yazacakmış gibi kaydetmeyi. Bu sayede insanları dinlemeye daha önem verdim. Hikayelerini dinledim. O kadar güzel hikayeler dolu ki, beni daha da mutlu etmeye başladı. Dinlenen insan kadar dinleyen de önemli. Herkesin bir hikayesi var ve olmalı..

Yapmaktan Mutlu Olduklarıma Yöneldim

Başta ne yazayım ki derken, şimdi o kadar çok konu var ki, yavaş yavaş fırından topluyorum. İyileştim de, kafam yine galaksi ama ne istediğini bilebiliyor. Sadece yapmaktan mutlu olduğumu,olabileceğimi yapıyorum artık.

Yani şu sayfa, Ben kimim?’den çok, Neden? soruna cevap aramış olacak. Kim olduğum da esasında yazılarımın içinde, okudukça beni daha iyi tanırsınız. Umarım.. Şimdilik sosyal medyada önceden paylaşmış olduğum yazıları buraya taşıyarak başlıyorum. 23 yazı var. Ama taslakta 100’ün üzerinde bekliyor, başlıklarını yazdığım, programa koyduğum. Zaman ayırdıkça dolduruyorum içlerini..

Bari konu başlığına bir cümleyle koyayım burda. Instagram’daki açıklamam gibi. Buna writer ekleyebilmem için daha çok çalışmam gerek.

Bassist, Father, Rider, Lover, Cats..


Bir Cağaloğlu Pidecisi

Güvenç erken yaşta okumaya başladığı ilkokulun sonunda, Anadolu Lisesi Sınavına girip, iyi bir derece almıştı. Tekirdağ’dan Özgür Özdoğan ile Cağaloğlu’daki İstanbul Erkek Lisesi’ni kazanmıştı. Sene…

Read More

Club78 Davulunda Schumacher

Müzikte klavye ile başlayan ilişkim, ortaokulda Güvenç sayesinde bateriye kayıyor. Ritim yeteneğim olduğunu keşfediyorum. Güvenç’lerin Midas diye grupları var. Ortaokuldayım o zamanlar, 90’lı yılların ortaları.…

Read More

Tekirdağ’lı Pişantör

İlkokul çağımda tanıştığım, bir klavye öyküsü ile karşınızdayım. 1988-1993 Yılları arasında geçen bu dönemde, sizlere o zamanları ve o yılların Tekirdağ’ını anlatmaya çalışacağım. Tekirdağ’lı Pişantör…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seventeen − eleven =