Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

(canim.bar.oldcity.sarı)

Şimdi efendim. Bizler çok fazla insanla tanışıyoruz ve yapımız, işimiz gereğince de bu görüştüğümüz insanlarla iyi olmak durumunda kalıyoruz çoğu zaman.
İsim hafızamız o yüzden çok zayıf bizim. Yüz hafızamızın da iyi olduğunu söyleyemem, zira bu bahsettiğim kişilerin çoğuyla gece tanışmış oluyoruz. Kısacası insanlar bizi tanıyor ama biz onları o kadar değil.

Ha bu insanlar da, gruptan birini tanımanın getirdiği aşırı güvenden midir bilemiyorum, daha ikinci karşılaşmada sanki 20 senelik dostlar gibi sarılmalar, ‘baba naber nasılsın’ falanlar. Bizim için bunu idare etmek o kadar zor ki. Hem hatırlamadığımız, hem de bu aşırı istemediğimiz samimiyete maruz kalıp, ‘kusura bakma ismin neydi?’ ya da ‘biz ne zaman bu kadar yakın olduk?’ sorularını soramamak…

İşin garibi de bu profildeki bazılarından kurtulamıyorsun da. Seni dinlemeye gelecektir kapıya isim yazdırtır. Hem yanındaki +1’e hava atar, hem de ‘davetliyim ben kardeşim bana giriş sorma’ demek amacındadır. Yoksa durumu falan var, verir zaten girişi. Giriş dediğine zaten çoğu mekan içki de veriyor. Bu kişiler, ara verdiğimizde kulise de gelir. Muhtemelen kafası iyi olmuştur.

Bütün ilişkide esasında sen sahnedesin, o dinleyici. İdare ederiz yine de. Çoğu zaman da sorarım bizimkilere, yahu bu kimdi diye.

Bakın bu olaylarda kendi davetlim, arkadaşlarım hariç ha. Aynalama yapıp, sakın üzerinize almayın bunları.

Bir de madalyonun öbür yanı var. Kurunun yanındaki yaş hesabı. Arada hatırlayamamış gibi gözükmemek için salakça 5dk muhabbet yapmak durumunda da kaldığım gerçekte arkadaş olduklarım.. Konuşurken sürekli iç ses ‘kimdi bu, kimdi bu’ der. Sonradan hatırladığımda ya da hatırlatıldığında, utanıp yerin dibine girerim. Gerçekten üzgünüm.

Buna benzer olayları telefonda da yaşıyorum. Tanımadığım bi numara arıyor. ‘Abi naber ya’ diye muhabbete giriyor. Eğer erken davranıp, son dönemlerde başarabildiğim ‘ya numara çıkmadı, gürültülü yerdeyim, sesi tanıyamadım’ diyebilirsem bravo bana. DMden sonra bu telefon numaralarına da çok gerek kalmadı. Rehberimde olmayan bazı arkadaşlarımla, sosyal medyadan iletişimim oluyor.

Bu arada numara kaydetmemeye falan da çalışmıyorum. Eskidendi o Simkart 100kişi limitli. Ne güzel rafineymiş esasında di mi?
Şu an herkesi ekliyorsun. Hatta rehberde saçma sapan bi sürü numara var. Mesela bizi Kıbrıs havalimanından otel transferini yapmış abinin numarası duruyor. (Adnan.Kıbrıs.Otel.Transfer.Mavi)

Yine de ‘numaram kayıtlı değil mi?’ sitemine, ‘telefonu değiştirdim’ yalanı bayatladığı için saçma bir yalan geliştirdim, o da ‘rehberim mail üzerinden yedekli, şu anda çekmeyen bi yerdeyim, wifi üzerinden konuşabiliyorum, senkronizasyon hatası verdi, o yüzden numaralar çıkmadı’ diyorum. Şimdilik tutuyor.

Rehberim çok dağınık ve toplayamıyorum da. Saldım. Birkaç aplikasyon kullandım, işe yaradı ama bazı kişileri birleştirdi, numaralar silindi. İnsanların bende bıraktığı ize göre kaydetmişim çoğunu. Geçen Özge’ye gösterdim. Özge bende ozge.ayse.forte.monk diye kayıtlı. Rehberimi az çok anladınız.

Güvenç, insanları kaydederken soyadı ile kaydediyor. Mantıklı. Bazen hatırlamadığın o kişiyi, muhtemelen sosyal medyadan arkadaş olduğun için stalklayıp görebilirsin.

Yani sevgili dostlarım, bizlerin isim ve yüz hafızamız berbat. Benimki rezalet. Bu girişi yaptıktan sonra hadi hikayeme geçelim.

2003 yılının sonlarındayız. Bodrumdan grupça dönmüş, keyfimiz ve bronz tenimiz yerinde. Önümüzdeki senenin de anlaşmasını yapmışız. Jazz Stop, Line, Life Roof, İrishpub, Old city buralarda sahne alıyoruz. Arada yeni açılanlar oluyor Hamam, BaloStage gibi. Mekanlar kendi aralarında dönüyor ama bi şekilde haftanın 3 günü sahnemiz var. Hızlı zamanlarımız. Döneme göre güzel, şu ana göre çok iyi kazanıyoruz. Güvenç’le iki gece çalıp, kirayı ödediğimizi bilirim. Oldcity aralarında en farklı olanlardan biriydi. Onur bizim sesleri yapardı. Sakalını yeni kırmızıya boyamıştı o zaman. Güzel soundumuz vardı, sağolsun. Çok popülerdik. Bizi izlemeye tiyatrocular gelirdi, rahmetli Defne Foster ile Bahadır Akkuzu müdavimizdi. Bunda işletmeci Ali Abinin de payı var. Beyazperde sektöründe uzun yıllar yer aldı. Ali Abi bize Line, Mojo, Kemancı kapılarını da açmıştı. Aynı dönemde Kadıköy’de de Voodoo diye bir bar vardı. Orada da Ali Abi vardı ama başka Ali Abi. Şu konuşmaları efsanedir. “Arabalar var, ışıklar var. Nerede bu insanlar?”. Kapı girişindeki arkadaşlar da, ses yapan abimiz de şahsına münasırdı. Kapıya gelen misafirler içerde ne çalıyor sorusuna, “Ya işte, 80ler 85ler” demişti. Sesçi abimiz ayrı dünyadaydı. Sahne arasında müzik koyar. “Abi bu çalan ne?” Diye sorduğun soruya, ekrana bakıp “Track4” derdi. Voodoo kapandı, pilavcı oldu. Bir rivayete göre bu 2 Ali abimiz akrabaydı.

Dönelim oldcitye. Benden yaşça büyük bi kızla takılıyorum. 2-3 hafta geçiyor iyi güzel. Bardan bara işte. Telefonla da konuşmaya başladık. Ama bi sorun var!. Ben ismini hatırlamıyorum!. Bi yerde adını söyleyemeyip, sıkışıp, mecburen ‘canım’ diyorum. Kulağa güzel geliyor tabi. Mekanlara daha sık gelmeye başlıyorlar. Düşününce o yıllarda taksiyle fln mekana çıkmak gelmek, evde oturmaktan daha ekonomikti be.

Neyse ben canımcımlı konuşmaya başladım ya, bu sefer beni erkek arkadaşı diye tanıştırıyor arkadaşlarına doğal olarak. Bişey de diyemiyorum. 2.aya girerken beni stres almaya başlıyor. Yaptığım samimiyetsizlikten sıkıldım. Telefonda da mecburen canım diye kaydetmişim. (canim.bar.oldcity.sarı)

Saçma sapan bi sarmala girdim. Çalıştığı yeri neyseki öğrenmiştim. Aradım Selvini. Anlattım işte, ‘ben birisiyle çıkıyorum 2 aydır, ismini hatırlayamadığım için ‘canım’ dedim, ilişkiye döndü, içinden çıkamıyorum. Adını bilmediğimi de kimseye söyleyemiyorum.’ Selvin nasıl da gülüyor. Dedim ‘bana bir iyilik yap, bak kızın cebi bu, firma da bu. Tatil rezervasyonu yapacaz, cebinizi vermiştiniz falan diyerek ismini öğren nolursun.’

Şimdi bakıyorum da bu açıklama kısmını kadınlara söylemeye hiç gerek yok. Sen istediğini söyle, aradaki hikayeyi onlar halleder zaten. Kadınların doğal yeteceği bu. Geçen Güvenç de dedi. Fotoğraf çekerken bi kadına, arkada şunu da al demene gerek yok, o zaten onu alır diye. Haklı.

Selvin sağolsun konuşmuş, hemen beni aradı, dedi ki ‘ismi şuymuş’ (halen hatırlamıyorum 🙂 ). Sonrasında zaten ayrıldık. Belki de canım canım diyip adını söyleyince ters tepti, olabilir. Sonuçta samimiyetsiz bi şekildeydi ilişki. Acaba ismini bilmediğini bilse ne derdi? Belki de bunu biliyordu, bilemem.

Yine de bu yazıyı sevgili Barış Falay’ın eşi Esra Ronabar’ın söylediği bence bu müthiş cümleyi kendim için çevirip, eşim Tuğçe’ye ithafen bitiriyorum.
“Beni sana hazırlayan bütün kadınlara teşekkür ederim.”


Kalimba!

Kalimba! Kalimba!1960larda Africa’da keşfedilen bu enstrümanın sesine muhtemelen aşinasınızdır. Parmak piyanosu olarak tanımlanan bu enstrümanın elimde gördüğünüz en basit modeli. İçine girince ne modeller var.…

Read More

6.Bloğa Geldiğimizde Amiri Ne Durdurdu?

Yine bir üniversite anısı. 98 Yılındayız. Bu seferki yardımcı karakterimiz Mehmet Ali, nam-ı değer Mami. Anketlerin çok meşhur olduğu ve ciddiye alındığı dönem. Çeşitli sektördeki…

Read More

Patilerle Asetonlu Kapak Söndürmek

Patilerle Asetonlu Kapak Söndürmek Barış ve Burak Koşbay kardeşler. Bizim teee 90’lı yılların sonundan beri dostlarımız. Barış benim gibi basçıdır. Güzel de basçıdır. Karakteri de…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

twelve + 12 =