Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü
26 Haziran 2025 / 0 Comments / Anılarım

Operacı Nihal


Madem Bodrum’dayım, burayla ilgili bi yazı daha yazayım dedim. Velvet’in en popüler olduğu dönemlerden biridir 2001-2002 yılları. Alternatif rockın sürekli üretimde bulunduğu mükemmel bir repertuar sofrası vardı. Kulağımız sürekli radyodaydı.
90lardaki parçalar henüz yeniydi. 80leri de henüz tüketmemiştik.
Güzel bir playlistimiz vardı. RedHot, Incubus, 3DoorsDown, Greenday, Blink182, Offspring gibi adını sayamayacağım onlarca grubun albümleri taze çıkmıştı. Parçaları çıkartıp hemen taşıyorduk sahneye. Provalarımız o yüzden hep yoğundu. Gittiğimiz tüm mekanlar doluyor, haftanın neredeyse her günü talep görecek bir kitlemiz oluşmuştu. Aktüel dergisiyle röportajımız bile olmuştu ki onu da bulamadım evde.
Ufak sayabileceğimiz bu mekanlar, insanlar ve müzik sayesinde sürekli canlı ve yoğun oluyordu. Eşim Tuğçe’yle tanışmamız da bu döneme denk gelir. Özellikle Gitar Bar’ın altındaki Queen Bar bizim müzik yapmaktan en keyif aldığımız yerdi. Aynı yerde Hayko’nun klavye çaldığı Amfibian gibi gruplar da sahne alıyordu. Güzel kazanmaktan öte giderler ve alkol çok düşük fiyattaydı. Mutluydu insanlar.
Otel yöneticileriyle bu sahne aldığımız barlardan birinde 2002 Ekim ayında tanışmıştık. İkisi de yabancıydı. Oteli görmeye davet etmişlerdi, Güvenç’le Fırat gidip geldiler Cdlerle, çok güzel bir tatil köyüydü. Gerektiğinde farklı yerde aynı anda sahne alabilmek için bölünmemiz gerekiyordu. Bu yüzden gruba 2 kişi daha takviye yapmamız gerekiyordu. Emre bize katıldı klavye ve saksafon olarak. Bir de kadın vokal katmamız gerekiyordu. Yöneticilerden biri, tanıdığı olan Esther’i bize önerdiği zaman, sorgulamadan tabii ki kabul ettik.
Tatil köyündeki ilk aylarımızda Esther’in esasında kuaför olup, keyfine şarkı söylediği, hiç bir eğitimi olmadığı, çalışmadığı, sözleri salladığı (ki biz daha iyi sallıyorduk) yani bir nevi balon olduğu için 2-3 ay sonra aramızdan ayrıldı. Sezonu bir şekilde onsuz tamamladık.
Kasım ortası İstanbul’a dönüşte hemen sahne alamadık. Köşeler tutulmuş durumdaydı. Biraz para biriktirip gelmiştik ama o da yavaş yavaş suyunu çekmeye başlamıştı. 350’ye yakın tabanca gibi çalan aktif repertuarımızla bekleme modundaydık.

Oysa ki bir sene önce en gözde gruplardan biriydik. 2-3 ay bekledikten sonra bir kaç kapı açıldı bize. Bunlardan en güzeli HouseBand olduğumuz, sevgili rahmetli Engin Yörükoğlu’nun mekanı JazzStop’tı. Turizm ruhsatı da olduğundan 7ye kadar açıktı. Bu da mekanı sabah 3 sonrası eğlenmeye devam etmek isteyenler için cazip kılıyordu. Jazzstop taş tuğla duvarlarla çevrili ince uzun bir mekandı. İlk kullanımının morg olduğu söylenirdi hep. Önceleri farklı isimlerde de işletildi. Mecaz ve Ankara’nın meşhur mekanı Gölge’nin İstanbul şubesi benim hatırladıklarım.
Güvenç eskiden tanırdı Engin abiyi. Onun yerine davul çaldığı bir dönem dahi vardır. Bodrum’a gittiğimiz o yaz kendisiyle karşılaşmış, selamlaşmıştık. Engin Abinin çiftliği bizim otelin ordaydı. Kışın bizi jazzstopa çağırması da mutlu etmişti bize. Hiç bir şey tesadüf değil işte.
Haftanın 3-4 günü sabit çıkmaya başladık. Sahnemize çok değerli abilerimiz konuk oldu. Moğollar, Bülent abi, Cahit abiler… Derken yine otel yöneticileri bizimle görüşmek için İstanbul’a geleceklerini öğrendik. Pek beklemiyorduk bunu. Eksik tamamlamıştık sezonu.
Hazırlıklı olmalıydık. Bu sefer 7 kişi olarak gitmeyi planladık. Bunu kendilerine toplantımızda da anlattık. Yeni bir kadın vokal katılacak bir de renk enstrüman katacaktık. Böylece bölünmelerde problem yaşanmayacaktı. İkna ettik, anlaşmayı yaptık. Sıra bu müzisyenleri katmaya geldi. Tunç tek başına da çalıp söyleyebildiği için bize katıldı. Geriye kadın vokal kalmıştı.
Tanıdıklara yazdık, mekanlara gittik, hatta benim Özlem Tekin’e sormuşluğum bile vardı Kemancı’da. Bir kaç kişiyle toplantı yaptık. Yeterli gelmiyordu. İyi olanın da böyle uzun bir dönem çalışamayacağı gerçeği vardı. İş 7 ay Bodrum’da olmayı gerektiriyordu. Bir önceki senede benzerini biz yaşadığımız için İstanbul’a sezon başlamadan dönülmesi daha doğruydu. garaj.org muydu öyle bi yer vardı oraya yazdık, birileri kayıt gönderdi ama amatör işi. Derken benim aklıma o zaman her türlü talebin yayınlandığı Tüketici Gazetesi geldi. Onu acaba arşivden bulabilir miyim bakacağım. Güzel bir yazı hazırladık gönderdik işte. Derken beni birisi aradı.

Görüşmek istedi, opera eğitimi olduğunu, yabancı ve türkçe popa çok hakim olduğunu iletti. Heyecanlandık, aradığımız kişi miydi acaba?
Bir öğlen buluşmak için Fırat’la Kadıköy Hasır Cafede oturduk. Derken Nihal Hanım geldi. Fırat’ın bana bakışını unutamam. O olmasındı ama oydu. Görsel eleştirecek durumda değiliz ama bu kötü görünümün kendini daha da kötü sunmasıydı karşımızdaki. Ayıp olmasın diye oturduk bi dinleyelim dedik. Opera falan hikaye. Sallamış. Bir kaç Sezen parçası biliyor. Ki onları da doğru söyler miydi bilemiyorum. Gerisini ben çalışırım diyor. Kaşları yok, kalem çekilmiş. Saçları bence peruktu. Ruh hastası olduğu her bakışı ve kelimesinden anlaşılıyordu. Hayalinde bir karakter yaratıp, kendini o olduğunu sanmakta. Çok acayip bir durumdu içinde bulunduğumuz. Aşırı özgüvenli ve bizi kandırdığını düşünen bir karakter var karşımızda “Para çok istemiyorum, tüm şartları kabul ediyorum, bence beraber gidelim, ben hazırım” diyince de, biz mırın kırın yapıp, işin kesin olmadığı, mutlaka ararız gibi bi şeyler geveleyip, masaya hesap için para bırakıp, tabiri caizse ortamdan kaçmıştık. Fırat’la birbirimize sorduk hemen “Biz ne yaşadık olm az önce?”
O yaz oraya Beth diye tanıdık bir arkadaşımızla gidecektik ama o sene yabancı kişilerini çalışması sigortası gibi konularda sıkıntılar çıkmıştı. Biz de apar topar Sema’ya teklif sunmuştuk, o da sağolsun kabul etmiş onunla gitmiştik. Sema da uyuz Roland mıydı neydi bi erkek arkadaşı ile geldi. Korg diyordum ben ona. 2-3 ay kaldı bizle sonra, başka işleri çıktı gitti. Yüksek sezonu kotarmıştık bi şekilde. O seneyi de öyle böyle bitirdik.
Grubun soundu çok iyi oturmuş, barlar havadisleri almıştı. Bu sefer İstanbul’a gelmeden 2 ay öncesinde mekanlar bizi arayıp programımız kapatmıştı. Bir daha da ne tüketici gazetesi aldım, aradım.


Club78 Davulunda Schumacher

Müzikte klavye ile başlayan ilişkim, ortaokulda Güvenç sayesinde bateriye kayıyor. Ritim yeteneğim olduğunu keşfediyorum. Güvenç’lerin Midas diye grupları var. Ortaokuldayım o zamanlar, 90’lı yılların ortaları.…

Read More

Uçurumdaki Fransız

Uçurumdaki Fransız 80lerin ortaları.. Tekirdağ’ın küçük ama vizyonlu şehir olmasının ibaresi olan çoklu tanımlamalardan (Aşıklar merdiveni, harabeler, 6 tane kolonun olduğu direkler altı, sayılı avukatın…

Read More

İğneli Silgi!

İğneli Silgi! Herkesin Lise hayatı özeldir. Ergenliğe adım atıldığı, seslerin saçma kalınlaştığı bu dönemde, merakların denemelerle acı-tatlı tecrübeye dönüştüğü deli-kanlı bir çağ.. Bizim okulumuz da…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seven + nineteen =