Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

Sedef Adasındaki Diyagonal Dalgıç!


Bu seferki taze hikaye. 2024ün yazı. Velvet’in koşturmacıları hep meşhurdur. Bar programlarımızın yanısıra kurumsal etkinliklerin, açılışların ve düğünlerin saatlerini ve organizasyonunu da bu şekilde dakikalık ayarlayabiliyoruz. Oradan oraya ucu ucuna yetişiriz. Yeşilköy’den Ataşehir’e, Tekirdağ’dan Kadıköy’e, Bodrum’dan Maslak’a gibi. Kıtalar arası, şehirler arası farketmez. Yeri gelir sabahtan çift Setup kurarız. Mekana gelir gelmez, akordu bile tam kontrol edemeden, jakı takar, 4 sayar, gireriz. Benim Avusturya’dan Emre’nin Bosna’dan, Erhan’ın Yunanistan’dan, Güvenç’in Kıbrıs’tan dönüp direk sahneye uçtuğu anlarımız var.
Bu seferki çift sahne (çift yanak) bizim yaptığımız hesaplara uyup uymayacağı meçhuldü. Çünkü bir adada çalacak, sonrasında dönüp CKM’de sahneye çıkacaktık. Türlü türlü hesaplar yaptık, deniz otobüsü, iskele, fiyatlar bedeller. Biri bin tl çekiyor, öbürü 10 bin. Bir denge yok yani. Kervanı yolda dizeriz hesabı, olmayacak durumlar bizde bir şekilde olur, bir şekilde yetişilir. Erhan’ın meşhur lafı vardır bana. “Koko toplandık çıktık artık, nerede dersen çalarız. Önemli olan buluşmak, sonrasını grupça hallediyoruz.” ama bu sefer adadayız lan. Yüzelim mi?
Adaya o gün iki transfer var. İlkinde Emre tesisatla beraber gidecek, sonrasında Güvenç ve Erhan ikinci vapurla gelecekti. Ben dersaneden izin alıp, Emre’ye katıldım. Çünkü rodi diye tuttuğumuz üstün zekalı sevgili dostumuz, krizine sabahtan başlamıştı. Aracını sahil tarafına değil, yolun karşısına, “bedava cep buldum oradan taşırım” diye park etmişti. Bir gittisi geldisi en az 20dk sürdüğünü hesaplamamıştı. Nasıl bir rahatlık di mi?
Emre’yle işi yetiştirebilmek için biz de gidip kolonları aldık. İlk bomba burada oldu. Sahilde ellerimizde kolonlar ile gemiye yürürken, vatandaşın biri ‘off puf’ diye yanımızdan geçti, sonra dönüp “ne diye diyagonal yürüyorsunuz ki?” dedi. Bildiğin kitlendik, diyagonal dedi lan herif, ne cevap vereceğimiz bilemedik. Dumur hali yani. Neyse eşyaları tekneye yükledik ve yola çıktık. bi 45dk sonra Sedef adası iskelesine yanaştık. Kolonları indirdik.
Bu arada sevgili rodimiz neredeyse çay içecek rahatlıktayken çalışmaya karar verip, “şu kabloların olduğu kutuyu da ben indireyim” dedi. Kutu içinde mikser, mikrofonlar, bizim jaklar, ara bağlantılar, modemler, adaptörler vs var. Rodicimiz bu kutunun kapağını sağlam kapatmamış. Tam kutuyu gemiden indirirken, eli yamuldu, ay aman nidaları eşliğinde saksıya su döker gibi, tüm bu teçhizatı denize bıraktı. Biz de arkasından yüzüne fener tutulmuş tavşan gibi kalakaldık. Mikseri tam düşecekken kurtardım neyseki.
Emre’yle birbirimize baktık, dalalım mı denize diye. Bir yandan yukardan bakıp görmeye çalışıyoruz denizde olanları. Gözükmüyor tabi. Yuttu onları mavi. Eyvahlar başladı bize, ne yapacaz nasıl çözeceğiz?
Mekandakiler bizim paniğimizi ve çaresizliğimizi görüp, oranın dalgıçını hemen çağırıp denize yolladılar neyse ki. Acaba bişeyler bulabilecek mi? O da dalıp çıkarak ne varsa toplayıp yukarı taşıdı. Kral adammış. Mikseri son anda düşmeden yakalamıştık ama jaklar ve mikrofonlar modem vs denizden nasıl çıkacağını meçhuldü. Dalgıç neredeyse tamamını çıkarttı, ara jaklar dahil buldu adam. Ben bir tarafa çöküp tüm mikrofonları, kabloları güneşin altına uzatıp, uçlarının içini açıp, mekandan aldığım saç kurutma makinasıyla kurutmaya başladım.
Emre’nin tansiyonu fırladı, yine tam birilerine kızacakken, tam olarak şunu dedi hayatta unutmam. Gecenin özetidir bir nevi.
“Daha başımıza ne gelebilir ki?”
Derken havada sorti yapan martılardan biri Emre’nin tam kafasının ortasına sekecek şekilde beyaz imzasını bıraktı. Serum gibi, tansiyonu düşürdü bu an tabi 🙂
Çakallık bin para. Yan mekandan olayı duymuşlar, hemen “hazır tesisat var hocam, şu paraya çözer arkadaş” dediler. Hep de bir arkadaştır ya bu işler. Bizi Tarkan mı sandılar nedir, çektikleri para alacağımız ücretin 2 katı. Sinir zaten tavanda, rodi ortadan kayboldu haliyle. Emre’ye dedim “Bu kablolar mikrofonlar bence çalışır (inşallah) programı çıkartırız, en kötü benim mikrofonum sağlam zaten, davula vs bağlamayız. Enstrümanları bişeye girelim ses çıksın yeter.” Emre mikseri açmaya çalışıyor ama modem mevta, ışık yok.
Bir ufak tekne Büyükada’ya gidip gelecek dediler, Emre hemen koşup tekneye atladı. 20dk sonra elinde bir modemle döndü. Turkcell bayisinden bulmuş, kaça aldığını bile hatırlamıyor. O panikle dükkanın bie modemini söküp almış olabilir. Bunun bi benzerini yine Kozyatağı’nda bir organizasyonda yapmıştı, modemin frekansı karışıyor diye gidip yeni modem almıştı. Hah işte şimdi denize düşen de aldığı o yeni modemdi 🙂
Son saat çözümleri meşhur bizde. Bas gitardan ses gelmez, içi açılıp lehim yapılır. Askı deliklerine kürdan takılır. Davul pedalının kayışı kopar, gitar teliyle tamir edilir.
Güvenç çalma sırasında 2.tomdan deri söküp, patlamış kros deliğine yapıştırmıştı. Bahçeşehir’de bir yılbaşı işinde mekanın tedarik etmediği davulu bile birilerinden bulup kurdurmuştuk. Daha neler neler var. Emre adaptörünü unutur bir şekilde 30dk içinde gider gelir. Askıyı unuturuz, kemerden delik açıp takarız. Klavye ayağı yerine bar taburesi, davul oturağı yerine hasır tabureli çaldığımız anlar, mikrofon ayağı yerine mikrofonu tavandan sarkıtıp bantladığımız anları unutamam. Daracık sahnelerde bir şekilde sığdık.
Adaya dönelim. Emre elinde modemle döndü ya, yüzünde hafif tebessüm var. Yan mekandaki adamların suratı bozuldu tabi, acaba fiyatı düşsemiydik diye düşünmüştür fırsatçılar. Bizim daha önce nerelerde, kimlerle, hangi koşullarla ses çıkarttığımızı bir bilseler…
Programı güzelce, sürekli pike yapan martılar eşliğinde bitirdik. Rüzgar çıktı, deniz dalgalandı. Dönüş daha da uzun sürecek beklentileri yoğunlaştı. Bu gidişle geç kalacağız diye endişelenirken, mekanın sürat teknesi imdadımıza yetişti. Bindiğimiz en uçak gibi giden tekneydi. Kaptan bana gitarımı ön buruna koyabileceğimi oranın bi damla bile su almadığını söyledi. Yol boyunca Erhan’ın klavyeye korkudan nasıl sarıldığını görünce, aklım çıktı yerinde duruyor mu acaba diye. Bilsem bırakır mıyım? Kaptan bizi bir şekilde manyak bir hızla iskeleye yetiştirdi. İskeleden mekana sürdük ve üstümüzde adadan kalan havai çiçekleriyle yine jakı takıp, 4 sayıp programa başladık. Unutamadığımız Velvet anılarından biri olarak da yerini aldı. O rodi de bizden bir daha iş alamadı.


DeLi Pena!

DeLi Pena! Basçı arkadaşlarım ne demek istediğimi anlayacak. İki günde 8saat aktif program sonrası acı çeken parmaklara 1-2 parça da olsa nefes aldırtan sihirli plastik…

Read More

Ballika!

Ballika! 1997. Üniversitedeyim, üst bölümde veya peyzaj mimarlığında olabilir, hoş bi kız var, garip bi sigara içiyor o zaman, mavili yeşilli bi paket. Kızın ismi…

Read More

Bir Cağaloğlu Pidecisi

Güvenç erken yaşta okumaya başladığı ilkokulun sonunda, Anadolu Lisesi Sınavına girip, iyi bir derece almıştı. Tekirdağ’dan Özgür Özdoğan ile Cağaloğlu’daki İstanbul Erkek Lisesi’ni kazanmıştı. Sene…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nineteen − eleven =