Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

Portakalili Tekame

PORTAKALİLİ TEKAME

Bizim gençliğimizde Tekirdağ’ın merkezinde çok güzel bir bina vardı. TKM yani ‘Tekirdağ Kültür Merkezi’. Bir sürü anı biriktirdiğimiz yerdi bizim. Cihat ve Mithat abilerin büyük bir özveriyle kapılarını ve kollarını açıp destek oldukları mekandı. Burada her türlü etkinlik olurdu. Tiyatro, Gösteri, Sinema gibi. Sinema salonu olarak zaten fazla alternatifimiz yoktu. Özlem, Halk Evi ve TKM. Bize vizyon filmleri de geç gelirdi. Ama çok da önemli değil, sinemaya gitmek bir sosyal aktiviteydi bizim için. Eski filmler bile çıksa gider izlerdik. Tekirdağ halkı kültürel aktiviteleri çok sever ve katılır.

TKM’nin üst katında çok geniş bir kafe bölümü vardı. Manzarası çok güzeldi. Bu bölümde Erkin Koray’ın haftalarca tek başına gelip haftasonları müzik yapmışlığı da vardır.

TKM lokasyon olarak müthiş yerdeydi. Tam girişinin karşısında kahve vardı, Sami Abi hiç unutamayız. Süt tozu, kivi bunları ilk tattığımız, defalarca Batak, King çevirdiğimiz yerdi. Minibüs duraklarının da dibinde olması, TKM’yi bence Tekirdağ’ın tam merkezi haline getirmişti. Tüm halk biliyordu o binayı. Kültürün içindeydi yani. Etkinlikleri de takip ederdi. Zaten bence Kültür Merkezi şehrin göbeğinde olmalıdır. Böylece kültür aktiviteleri halka aşılanır, katılımı sağlanır ve takip edilebilir.

Tabi nüfus arttı, duraklar taşındı derken, bu güzel bina, Tekirdağ Büyükşehir olurken yıkılıp, sahil tarafındaki yeni yerine taşındı…

80li yılların sonu, eski TKM’nin ilk dönemlerinde, Güvenç’lerin ‘Midas’ diye müzik grubu Tekirdağ’da iyi bir ün yapmaya başlamıştı. Serkan, Güvenç, Erşan kurmuşlardı. Erşan kadim dostumuz. 2000 yılında da Velvet’i kuracağız onunla. Kendisinde bu Midas zamanlarında bi konser sonrası sahneye çıkıp çiçek verdiğim bir video var. Halen yayınlamıyor allahtan!.

TKM dışında bir de sahildeki Portakal Cafe’den de bahsetmek gerek. Büyük turuncu ve portakal şeklinde, ortadan açılıp kapanabilen bir büfe ve etrafında sandalye, masalar. Sahilde çok güzel bir konumdaydı. Midas burada da konser vermişti. Fotolardan birisi oraya ait. O konserde rahmetli Mehmet abi de gitar çalmıştı.

Midas zaman içinde değişiklikler yaşasa da son kadrosu bence efsaneydi. 7 kişilik bir big band. Güvenç, Evrim, Koray, Serkan T., Serkan C., Serhat ve Dinç.

Vokalde ‘Serkan Civelek’, sonrasında albüm yapacak, klip çekecek ve Amerika’ya gidecektir. Şimdilerde Fethiye’de sahne alıyor.

Basta Serkan Tuğ, hayran hayran seyrettiğimiz, bas gitarı sevmemizi sağlayan büyük ustadır. Onun da albüm çalışmaları vardı, tam hızlanacakken ani kararla müziği bırakıp, Tekirdağ’a yerleşmişti. En son sanırım Kent Orkestrasını kurmuşlardı ama akibetini bilmiyorum.

Gitarlarda Güvenç’in İstanbul Erkek’ten sınıf arkadaşları Evrim ve Koray. İkisi de çok değerli dostlarımız. Beraber çok sahne paylaştık. Velvet’te de.

Klavyede Koray’ın İTÜ’den arkadaşı Serhat Ersöz. Serhat sonrasında Moğollara geçecek ve 30 sene boyunca ve halen değişmez elamanı olacaktır.

Ve Back Vokalde Serkan Civelek’in Anadolu Lisesinden arkadaşı Dinç Üvendire. Daha sonraları Güvenç’lerin İstanbul’da Son Perde grubunun solisti olacak, halen de bestelerini iyi bildiğim bir rol modele dönüşecekti. Müthiş bir sesti anlatamam size. Kendisine 2 sezon bas gitar çalmışlığım da vardır Tekirdağ Akademi’de.

Müzik dışında görsel tasarım ve modelleme yeteneği de vardı Dinç’in. Grafik okumuştu. Annelerinin de bizim eve yakın ‘Sedat Bey!’ apartmanında oturuyor olmaları sebebiyle de sık görüşürdük. Şimdilerde Katar’da yaşıyor. Geçen geldiğinde görüştük, bizi Ağaç Ev’de izlemeye de geldi.

Bu grupta Güvenç, Koray, Evrim, Serkan Tuğ ve Serhat İstanbul’da Üniversite 1’de. Serkan Civelek ile Dinç Tekirdağ’da Lise sonda. Provaları o zaman İstanbul’da yapıyorlar. Serken C. İle Dinç okulu kırıp İstanbul’a gidip geliyorlar. Müzik için özveri.. Şimdilerde provadan kaçan genç müzisyen arkadaşlarıma duyurulur.

90lı yılların ortası. Güvenç’in ‘kaburga’ dediğimiz Göztepe Çemenzar’daki giriş kat evi. Evet evin adı kaburga. Nedeni ayrı hikaye. Ulaşımı çok rahat, minibüs yolu üzerinde, bağdat caddesine yürümesi 20dk olan, kutu gibi keyifli bir evdi. Dostlar eksik olmazdı. Şimdi o alt katları ticari ruhsatlandırıp, bahçeye de çıkış vermişler. Kuaför olmuş kısaca.

Bu dönemlerin birinde kaburgada evin tüm duvarlarını Güvenç’le beraber boyuyorlar. Odaları farklı farklı renk yapıyorlar. Güvenç’in odasında kalıyor Dinç genelde. Bilgisayar orada olduğundan işi oluyor.

Bizde kaldığı sabahlardan biri. Evde tek. Güvenç işe gitmiş. Gece geç yatılmış, bir tane sivrisinek tepede dönüp duruyor. O sinir bozucu komalı keman sesiyle birlikte.

Dinç sonunda dayanamıyor, yatağın yanında, sivrinin duvara konduğu anda yapıştırıyor bi tokat duvara. Hayvan kendi ağırlığının 30 katını emmiş olmalı. Hayvan diyorum çünkü bu bir böcek falan olamaz. Sonuç, duvarın ortasında kocaman bi kırmızı iz. Hikaye de burada başlıyor.

Dinç nasıl yapıştırdıysa hayvanı, bi güzel kırmızı fa anahtarı çiziyor parmağıyla almayla çalışırken. Sonra ıslak bezle sileyim diyor. Dönemin boya reklamları öyle ya. Bu öyle boya değil ki!. Böylece kırmızı izi daha güzel yayabiliyor. Panik başlıyor. Kan henüz kurumamışken, bi kaç çırpınış daha yapıyor, ama duvar boyası, kanı bir güzel içselleştirip yaymış durumda. Tabi bu sefer başka bi sorun var, bina eski olunca, astar da tam tutmayınca, nihayetinde boya çatlıyor. Dökülme yapıyor.

Hemen bir nalbura gidiyor. Duvardaki çatlak için alçı ve spatula alıyor. Rengi de tarif edip bi kutu alıyor. Portakali rengi. Lekenin üzerine rötuş yaparız diyor.

Spatulayla dokunduğu yerden boyalar parça parça dökülüyor. Tıpkı arabanın ön camında küçük bir taşın yarattığı çiziğin çatlağa dönmesi gibi duvar mutasyona uğruyor dokundukça. Mevzunun kendini aştığını kabulleniyor mecburen. Akşam Güvenç geliyor. Sivrisineğin macerasının özetini geçiyor Dinç. Alçı ve yamaya başlıyorlar. Spatulayla (Sepultura hihi) tüm duvarı kazıyorlar. İki küçük spatulayla milyon kez aynı hareketi yapmak çok yorucu olmuş olmalı. Nihayetinde kazıma üzerinde mükemmel bir şekilde pürüzsüz yamıyorlar.

Ertesi gün boyayı fırçayla üzerinden geçiyor. Aha bu farklı renk!. Çünkü o kadar kusursuz duvara renk tutunmakta zorlanıyor. Ama asıl neden Dyo’nun Portakali rengi diye ilk uyguladıkları renk geçen sezonun, Dinç’in aldığı ikinci kutu ise yeni sezonun. Ton farkı varmış..

Büyük bir çabayla akşama kadar o tek duvarı boyuyorlar. Farklı tonda da olsa, kendi içinde yekpare oluyor ve sineğin izi yok nihayetinde.

Tüm gün boyunca süren, ufacık bir sineğin neden olduğu bi sinir anısı bu. Bu hikayeyi ben senelerce unutamadım. Çok güldük ama güldüğümüz Dinç değil, olayın bizde de yaratabileceği yansımaydı. Aynı durumu ben yaşasam, birebir yapardım, hatta tüm duvarlar aynı renk olsun diye baştan başlayabilirdim. Midastan Velvete, Portakal Cafeden Portakaliye, Sivrisinekten Sepultura’ya uzanan bir hikaye bu.

Sivriler evrim geçirmiş artık, kibar olup ses çıkarmadan yapıyorlar işlerini. Sinek kovarlar standart fişte. Şimdi de biz taşınıyoruz ve duvarlar boyanıyor. Neyse ki boya saten, bir de önceden sineklikler takıldı.


P Bass!!!

P Bass! Ameliyat başarılıyla bitti, manyetikler Almanyadan geldi, Hohner P yenilendi, manyetik, pot, potans, sap, entonasyon, tel, ilgi, sevgi, şevkat için 20senedir her gitarımda kahrımı…

Read More

Grease Müzikalindeyiz

Grease Müzikalindeyiz Lise sondayız. Orkestradayım. Aynı zamanda Grease müzikalinde de oynuyorum bir parçada solistlik de var. Ortaokuldan beridir, bir şekilde şarkı söyletiliyor bana. Okul açılış…

Read More

Formula1 Hastasıyız. Sen Çok Yaşa Schumi!

Formula1 Hastasıyız. Sen Çok Yaşa Schumi! Malum o dönemler motor sporları ile de çok ilgiliyiz. ColinMcRae gerçeği var önümüzde ama esas spor Formula1 bizim için.…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

20 − nineteen =