Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

Artist Samick!

Artist Samick!!
Klavye, davul, elektrogitar derken bana her aşamada ‘sen bas çal’ diye verdikleri bas gitarı, üstelik bar programlarına sürekli emanet baslarla çıkıp para kazanabilmeme rağmen, ana enstürmanımın bas gitar olması gerektiğini algılamam sevgili Erşan’ın ‘Yeter ulan, sat şu elektroyu bas alacaz sana’ demesiyle başladı. Oysa ben solocu olacaktım ama olamıyordum.
.
Erşan’ın bana dediğinin Türkçesi: ‘Elektroyu beceremiyon, zorlama beynimizi, ama öte yandan sanki bas gitarı kotarıyon, bişey kasacaksan bari onu çal’ idi.
.
Tünele gittik, yazlıktan arkadaşımız Gökçer’in çalıştığı dükkan vardı Tekirdağ’dan bi onu biliyorduk, güzel de gitar çalardı. İlkay abi vardı dükkanda Gökçer’in patronu. Adam bir hikayeler anlatıyor yemin ediyorum karnımıza ağrılar giriyor gülmekten. Müthiş bir adamdı. Dolu dolu, yapmadığı iş yoktu neredeyse, halıdan, animatörlüğe kadar. Ama müthiş laf yapıyordu ağzı, hipnotize ediyordu, çıkamıyordun dükkandan. Zaten biz dükkana bi girdik, sırtımdaki İbanezEX elektro gitar, çıkarken Samick Basa dönüştü. Artık bir bas gitarım vardı. İlkay abi bize onu, ‘esasında çok ünlü bir marka, Türkiyede 1 tane var artist model’ diye gazladı ve senet yapıp aldık. Resimdeki gibi kahverengi, hafif, rosewood tuşeli PJ pasif manyetikli, 24perdeli bir bastı. Onunla bir çok program yaptım, Kerim Çaplı, Kamelion, Enjoy, Üniversite, Velvet sahnelerinde çok güzel eşlik etti bana, 2003 yılında tünelde her gün gidip çaldığım Yamaha TRB1 e aşık olunca, Samick’i mecburen satışa çıkartıp, Yamaha’yı almıştım. Denk gelirseniz bi yerlerde bu basa -Samick Artist Series Thunder Bass- bana mutlaka haber edin.
.
Sağ fotodaki Fatih Aksan. Üniversite’den en yakın arkadaşım. Fatih’i çok temiz duygularla geldiği İstanbul’da dengesini bozan benim. İçine kapanık birisiyken, sosyalleşmesine çok yardımım olmuştur. Müthiş düzenli ve titiz birisidir ve bu konuda taviz vermez ama bana dayandı. Dağınıklığımı çok çekti sağolsun. Çoğu sınava beraber çalıştık. 4 senelik okulu 7 senede bitirebilmeyi o yüzden başardık!. Ben Göztepe’de otururken, Fatih Harbiye’deydi. Göztepe’den Sarıyer’deki okula gitmemiz bir ömür sürdüğünden çoğu gece kendimi Fatih’lerin salonuna atıyordum.
.
Taksim de yakındı ne de olsa. Bu adam ne zaman onlarda kalsam, hangi kafada olursak olalım, ısrarla kanepeye çarşaf serdi bıkmadan. Halen görüştüğümüzde hiç restart olmaz, kaldığımız yerden resume ederiz.
.
Bir gün yine Fatih’lerde kaldım, ertesi sabah okula gideceğiz sınav var, arabanın yanına bir gittik kapı üstten kanırtılarak açılmış, içerdeki teyp yürümüş. Kızaklı teyp zamanları. Girmiş yani hırsız. Okulda da sınav var, biz de madem erken kalktık, niye sınava girmeyelim modundayız hazır, kaskosu var zaten arabanın, dönüşte bakarız fln diyip sol ön kapısının üstü açık doğal klimalı beyaz Uno’yla (Bknz. Voleybolcu Apla hikayesi https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10155767827594247&substory_index=0&id=673274246)
okula gidip sınava yetiştik.
.
Kontörlü hatlar var o zaman. 1 tane kontör kalana kadar kullanıp, o 1 kontürle 1 ay idare etmeye çalıştığımız dönemler. Tıpkı babamların gönderdiği parayla ilk hafta pizzalar, hamburgerler yiyip, son 3 hafta ketçap ekmeğe talim olduğumuz zamanlar gibi, o 1 kontör de bizim için çok önemliydi. Karşı tarafın kesinlikle açmaması gerektiğinden çaldırıp kapatıyordun.
.
Okuldayken servisi aradım daha doğrusu çaldırdım. 5.denememden sonra bana döndüler (ne pis bişeydi bu ya), adresi verdiler, tam plakayı söylüyordum hat koptu. Tekrar çaldırmak için aradığımda, bu sefer direk açtı manyaklar, plakayı söyledim ama böylece son kontörü de vermiş oldum.
.
O dönemde köprüden parayla geçiyoruz. Ama param yok. Okuldan arkadaşlardan bozuk ala ala köprü parasını denkleştiriyorum. Bu konuda bana Bengi’nin çok büyük katkısı oldu, bana sürekli destek verdi sağolsun.
.
Benzin zaten sürekli dipte, şamandıra bozuk, çok fazla itmişliğimiz var arabayı, Fatih, Kemal, Soner, Volkan az kas yapmadı bu yüzden.
.
Servis karşıda Kızıltoprak’ta (şimdilerde Carrefour olmuş), eve gidip evde unuttuğum ruhsatı da alıp servise geçeceğim.
.
Ama önce karakola gidip, yazılı ifadeli tutanağı almam lazım. Nişantaşı’nda bi karakol var orası sanıyorum. Önüne parkedip, içeri giriyorum, bir ilgiliye yönlene yönlene rastlayıp, olayın gerçekleştiği muhitin karakolu olan Harbiye’ye gitmemiz gerektiğini öğreniyorum. Çıkışta polis cezayı yapıştırmış cama park cezası. Welcome to Istanbul. Dizilerde oluyor öyle karakolun önüne arabayı bırakıp, içeri girmek. Hatta aynı dizilerde herkes sokağa girip, ne hikmetse evinin önünde boş kalmış yere arabasını park eder. Az mı bilirim Beşiktaş’ta 7 tur atıp, birinin çıkmasıyla anca hemen girdiğim yerden gerisin 2km yürümeyi… Grrr..
.
Her neyse, Harbiye karakoluna gidiyoruz, park yeri var önünde. Güler yüzlü polisler karşılıyor otoparkta. ‘Biz bakarız’ diyorlar ‘bize bişeyler ısmarlarsın artık’ diyorlar. ‘Ne iyi insanlar lan’ diye içimden söyleyip, ‘İyi tamam’ diyorum kafam zaten dolu mk. Tutanak tutuyoruz, işte hırsızlık, kapı açık, teyp gitmiş falan. Alıyoruz yazılı ifadeyi, arabanın yanına giderken Fatih diyor ki ‘sen yemek dedin diye polisler arabadan çıkmıyor.’ demedim ki yahu. Welcome to Istanbul II. Bu yüzden paranoyak olduk biz, birisi yüzümüze gülümseyince ne isteyecek lan bu benden diyoruz. Kimseyle konuşmak muhattap olmak istemiyoruz. Pardon diyene bakmamaya çalışıyoruz.
.
Alıyorum cebimde kalan köprü parasıyla simit ayran veriyorum o polislere. Hiç unutmam o sahneyi, arabanın içinde oturmuşlar ‘abü bize yemek alacah’ diye bekliyorlar. Offf.. Köprüden geçerken plakaya diye işaret yapıp, 3 gün içinde cezasız ödeyebileceğimi de öğrenmiş oluyorum onlardan bu vesileyle..Pis herifler.
.
Göztepe’ye gelip, evin önüne parkedip, bagajı açıyorum, anahtar bagajdaki gitarın yanındaki turuncu pedal çantasının ön gözünde.
.
Ama bagajda çanta yok! Gitar da!
.
O şoku size anlatamam. Yere oturup 5dk boş boş bakıyorum bagaja.
.
Güvenç’i aramam lazım telefonu elime alıyorum ama kontörüm yok, ev telefonunu kullanmam için eve girmem lazım. Komşuları tanımıyorum. Çilingire verecek param yok. Kredi kartım yok. Karşıya geçemem benzin bitti bitiyor. Serviste randevum var ama ruhsatım yok. Bok durumundayım anlayacağınız.
.
Servise gidip arabayı vermekten başka bir fikir yok aklımda, yapabileceğim tek şey o. Servise gidiyorum. Durumu izah ediyorum, ruhsatı sonra getirirsiniz. Biz başlayalım, aracı bırakın, eksper gelecek, 1 hafta falan sürer diyorlar. O son kontörümü yiyen servisten telefon hakkımı kullanıp, Güvenç’i arayabiliyorum. Kızıltoprak’tan eve yürüyüp, Güvenç’i bekliyorum, geliyor eve giriyoruz.
.
‘Ucuza bi bas alıp, başlarız programa, sonra paramız oldukça daha üstünü alırız, dert etme’ diyor. Sonra gece birden aklımıza geliyor. Bu adamlar bu bası ne yapacak, bi yerine mi sokacak, çalsan gitar gibi çalınmaz (ironik olarak çalındı ama), akustik alet de değil, ses çıkarmaz zaten. Çıkan sesi halen anlamaz insanlar o da ayrı
.
Satacak tabi, yani bir an önce paraya dönüştürmesi lazım haliyle. İnternetten satması kolay olmaz ama dükkandan satışı hızlı olur. O dönemleri hatırlarsınız, canlı müzik furyası çok geniş açılmış, her gün bir sürü mekanda müzik var, üst orta alt 3 tane kemancı var be, müzisyenler çok da değil şimdiki gibi, çalan 2-3 grupta daha çalıyor. Sırf bar kaşesi ile evin kirası gideri ödeniyor üzerine para kalıyor. Çok bereketli dönem. Turistler var. Öğrenciler var, alkol, girişler uygun, ulaşılabilir durumda yani.
.
Mekanlar genellikle yabancı müzik çaldırıyor, kalite kokuyor neredeyse her sokak..
.
Müzik mağazaları da çok iyi iş yapıyor, enstrüman satışları hızlı ve aktif, sektörde sıcak para var. Kazan-kazan herkes.
.
Dolar düşük, her tür enstrümana ulaşabiliyorsunuz. Şimdi ki gibi değil, dükkana gelip ‘en ucuz klasik gitarınız ne kadar bilader?’ diye kapıdan soran tipler de yok.
.
Dükkanların çoğu bizim için tanıdık. Haftada 3-4 gün programımız var, tünelden tel, baget ihtiyacımızı gideriyoruz sıklıkla. Çok iyi arkadaşlarımız dostlarımız çalışıyor. Zuhal, Senkop, Kıvılcım, Cangöz, Gözde, Borok, Laylaylom gibi ama diğerlerini pek tanımıyoruz. Haber versek diğerleri nereden bilecek diyoruz. Güvenç diyor ki tutanakta olsaydı keşke dağıtırdık. Sonuçta çalıntı mal almak da suç ve riskli.
.
Ertesi gün ilk iş Harbiye’ye gidip, içerde tutanağı tutturduğum polise bagajdaki çalınanları söylemeyi unutmuşumu ikna etmeye çalışmak oluyor. Oysa ikna etmeme çok gerek de yokmuş, biraz mırın kırından sonra, cebime elimi atmamın yeterli olduğunu da orda öğreniyorum. Hayatımda ilk defa rüşvet veriyorum. İlaveli tutanağı 100 tane fotokopi yaptırıp, Eminönü, Unkapanı İMÇ, Beyazıt ve Tünel’deki dükkanlara bırakıyorum. İçim rahatlıyor bir nevi, mağaza kanallarına ulaşıyorum bi şekilde. Özellikle Tünel esnafı beni sakinleştiriyor, ‘merak etme adres burası, buraya gelir onlar’ diyorlar.
.
Eve dönüyorum. Ama artık her gün tünele gidip mesaiye başlıyorum dükkanlarda. Amaç belli adamlar geldiğinde paketlemek. 3-4 gün geçiyor kimse gelmiyor. Umudumu yavaş yavaş kesiyorum, Gökhan geliyor yanıma. Bu konuda çok destek verdi bana hiç unutmam. ‘Moruk gel’ diyor ‘Şu Tarlabaşı karakoluna gidelim, bu tipler oralardan gelip gidip tünele çıkıyorlardır.’
.
Tarlabaşı karakolunda çok iyi bir memur hanım var. İlgiyle dinliyor bizi, anlatıyoruz işte hikayeyi, ’merak etmeyin haber çıkarsa yardımcı oluruz’ diyorlar. İçimden ‘iyi polisler de var lan’ geçiyor. Halen de o saflığa düşüyorum genellikle, insanların içinde iyilik olduğuna inanmak isterim. Ne yazık ki inanç kırılması ve hayal kırıklığı daha kötü bir duygu. Yine de ne demişler ‘Benim hala umudum var’…
.
Ertesi gün, Gökhan ile Küçükparmakkapı sokaktaki Çalıntı’da (buranın adı da ironikmiş mk) demleniyoruz. Derken telefon çaldı, Mesut Abi’ydi arayan, Senkop’un aşağısında dükkanı vardı. ‘Kıvanç’ dedi, ‘3 adam geldi, ellerindeki kağıda marka modelleri yazmışlar, gitar ve pedalları yanlarında getirmemişler ama senin enstrüman bunlar. Bana fiyat sordular, ben de alırım diyip, bunlara yüksek fiyat verdim’ dedi. ‘Yüksek fiyat abi?’ dedim, ‘Heveslensinler ki, gitarı buraya getirsinler diye’ dedi.
.
Meğerse tünel esnafı bu tür adamlara çalınan gitarları getirsin diye piyasadan biraz yüksek fiyat verirmiş.
.
Mesut Abi, ‘Sen onu bunu bırak da şimdi, çıktılar buradan. Galatasaray’a doğru yürüyorlar, biri sarı ceket giymiş, 3 roman tipli. Buralardaysan bi kontrol et istersen’ dedi. Acayip heyecanlandım, umudumu yitirmişken gelen bu haber beni tekrar mutlu etti. Gökhan ile hemen fondip yapıp istiklalden aşağı yürüdük. Çiçek pasajına gelmeden bu tipleri gördük. Bildiğin gündüz feneri gibiydiler, bir de neden cart sarı ceket giyersin be adam, aha ben burdayım dedirtiyor. Adamlar sadece fiyat sorduğu ve yanlarında gitar olmadığı için takip etmeye başladık. Tarlabaşı’na indiler, karakolun yanından geçtiler. Hemen karakola girdik. Heyecanlı bir şekilde ‘dün size bahsettiğim gitarımı çalanlar var ya, benim gitarların fiyatını sormuşlar şu anda yürüyorlar burdan, tutuklayın hadi’ dedim. Dünkü kadının yerine tonton bi polis vardı, belli ki kıdemli fln. ‘Genç, önce bi sakin ol’ dedi. ‘Sen adamları gördün ama malını gördün mü? Hayır. Bu adamları şimdi takip etsen, seni arkada bıçaklasalar ne diyeceksin? Ya da biz şimdi adamları aldık, bu çocuğun malı nerde dedik, bize ne malı dediler, ne diyeceğiniz. Kanıt yok ortada. Ayrıca biz öyle yol üstünden adam çevirip içeri alamayız, yolu var yordamı var.’ dedi. Ben amca konuşurken zaten başında ‘bişey yapamayız’ özetini anlayıp, yüzümü düşürmüş, gözlerimi devirmiştim. ‘Peki, teşekkür ederiz’ dedik, tam çıkarken tonton arkamızdan seslendi.
.
‘Ama… Gençler, şimdi siz bu adamların yüzünü gördünüz, bu adamlar da ilk defa bu işi yapmadıysa, Sadri Alışık sokakta tanı merkezi var, orada size açarlar, teşhis ettiklerinizi başka sabıkları da olduğundan ifade vermeye çağırırlar. Terörle mücadeleyele aynı yerde olduğundan çok korkar bunlar, insafa gelip gitarını bırakabilirler’ dedi.
.
Karakoldan çıktık hava kararmıştı. Bu açıklama benim umudumu birazcık kırmıştı ama Gökhan ‘gel olm gidelim, ne kaybederiz’ diyerek Sadri Alışık sokaktaki merkeze gittik. Yanımızda Gökhan’ın kız arkadaşı da vardı. Hafiye gibi, dedektiflik gibi bi şeydi yaşadığımız. İpuçları var, oradan oraya gidiyoruz fln. Sadri Alışık’a vardık, 4.kata çıktık. Demirden bi kapıydı. Zil yok, kapıyı vuracam ama sert vururum diye korkuyorum, ortalama bi şiddetle kapıyı çaldık. İçerde birisi varsa küfür etmeden duymuş olmalıydı kapıyı. Yine de 1dk falan kapıda bekledik. Kapı yarım açıldı, bi gözü sağa bi gözü sola bakan garip bi yüz, kafayı uzatıp ‘ne vardı’ dedi. Belli ki bi işin ortasına gelmişiz ve arkadaşın zamanı yok, ve ben bu soru işaretinden sonra yaşadığım olayı en hızlı en özet ve en mağdur şekilde es vermeden anlatmalıydım ki, abinin decoderi hızlı çözüp bizi içeri alabilsin.
.
İlk cümlelerimi dikkatini çeksin diye ‘bizi Tarlabaşı karakolundan gönderdiler’ diye başladım ama gerisi heyacanla kafa karıştırdı, gereksiz ayrıntılar girdi içine, yok işte ‘araba bagaj gitar çalındı, tutanak ilave ettik, tünelde sormuşlar takip ettik, yüzleri gördük, tanımak için geldik’ falan. Yarımkapı arkadaş bi dakka dedi kapıyı kapattı. Abartmıyorum 5dk falan orada bekledik, merdivende. Sonra yarımkapı arkadaş tekrar açtı kapıyı, ‘nerden gönderildiyseniz oradan buraya olacak şekilde yazılı dilekçe ve imza vırvırvırvır’ dedi kapıyı cevap bile veremeden çat diye kapattı. Ulan dedim başlıycam gitarına da, hırsızına da, prosedürüne de. Düşünsenize malını çalanları görüyorsun ama hiç bir şey yapamıyorsun. Polisten yardım istiyorsun, kağıt işine takılıyorsun.. 4 karakol dolaştım.. Çıldırdım sinirden.
.
Tek umudum kalmıştı, o da hırsızların gitarı tünele getirip satmaya çalışırken karga tulumba yapmak, kanıt çünkü bu sefer var oluyor. 2 gün üst üste tekrar gittim tünele, stajyer gibi sıkıntıdan yerleri süpürdüm, toz aldım falan, benim adamlar gelmedi. Başta umutlu olan tünel esnafı da umudunu yitirmeye başlamıştı. ‘Kıvanç bekleme istersen, gelirlerse biz sana haber veririz’ dediler. Ben de eve geçip beklemeye çekildim. Haftasonu gelmişti, Cuma Queen, Cumartesi Aksanat karşısındaki Irishpub’da sahne alıyoruz o dönem. Yedek bas ayarlamıştık neyse ki.
.
Olayın üzerinden 1 hafta geçmemişti, bi gün öğleden sonra telefon çaldı. Arayan Tayfun’du, Zuhal müzik köşede o zaman, tramway durağının karşısı. ‘Kıvanç gel senin gitarları aldık, elemanlar burda’ dedi. Göztepe’de yataktan nasıl çıkıp da Güvençin arabasıyla tünele uçup tam meydanda park yeri bulup 15 dakikada orada olabilmemi inanınki bilemiyorum.
.
Elemanlara bi baktım ağlıyorlar ama bunlar bizim gördüklerimiz değil. Temiz yüzlü, gözlüklü öğrenci bunlar. Tayfunlar benim gitarla turuncu çantayı hemen üst kata zulalamış, elemanları da tutmuş. Elemanlar yeminler üzerine yemin ediyorlar. Titriyorlar. Çocuklara demişler ki, ‘şu gitarla çantayı tüneldeki ilk mağazaya götür aşağı yukarı şu kadar para verecekler’. Çocuklar nasıl susmadan konuşuyor var ya. Ama benim umrumda değil, kızgınlığım falan da yok, ama gülemem gülmemem gerekiyor. Çünkü gitar geri geldi ya içim pırpır. Hikayeden kızdım bağırdım heriflere bi kustum yani, polis tehdidi yaptım ki neredeyse altına yapacaklardı, sktirin gidin dedim ‘peki abi’ dediler gittiler. ‘Ne polisi, aman kalsın’ diyordum zaten içimden. Turuncu çantanın ön gözündeki anahtar atmışlardı ama iç gözündeki pedallar duruyordu, ilaveten nasıl olduysa bir mikrofon kablosu çıkmıştı, gitarım bardan kılıfına koyduğum gibi leş gibi bira kokuyordu. Bir daha da ne gitarım çalındı, ne de çaldırdım. Hiç bir zaman da bagajda gitar bırakmadım.
.
@benguergen @fatihaksan @zuhalmusik @tunelmusic @uzaysovalyesi @ersankumru @tayfcaglar @gokhananil
.
#samick #kontör #tünel #galatasaray #hırsızpolis #talihsizlikler #parayok #ketçapekmek #aksanat #irishpub #müzik #basgitar #müzisyen
#insta #instagram #tbt #instalove #love #loveislove #today #picoftheday #selfie #follow #followme #fashion #happy #me #cute #beautiful #instagood

Erşan Kumru, Tayf Çağlar, Gökhan Anıl, Ata Guvenc Kaplan ve Fatih Aksan ile birlikte Beyoğlu (Tünel)‘da.


Voleybolcu Apla

Voleybolcu Apla 2001 Elvin Beşiktaş Ev Aklımdaki bi öyküsünü yazayım size: Evin krokisi halen kafamda valla, salonda bazen iki bazen 7 kalıyorduk (şşşt 🤐) ,…

Read More

EmreOzanGüngörmüş

Güngörmüş ama kim? Emre Ozan Güngörmüş (EOG) Güngörmüş ama kim? Emre Ozan Güngörmüş (EOG)Emre Güngörmüş.. Velvet'in ilk klavyecisi.. Eog ile tanışır tanışmaz paketleyip Bodrum'a götürmüştük.…

Read More

Kim Bu Basinger?

Kim Bu Basinger? Başlık esasında 90lı yıllardaki popüler müzik dergidi Blue Jean dergisi kapaklarından birine ait. Görselini bulamadım ama dergiyi çok iyi hatırlıyorsunuzdur. Keza ‘Hey!’…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 × four =