Ikarus Vapuru!
Ikarus Vapuru Mühimdir
Üniversitede ilk iki sene arabam yok, okula toplu taşıma ile Göztepe’den Bahçeköy-Sarıyer’e gidip geleceğim. İlk gün, iki otobüsle 2 saat süren yolla ulaşıyorum. (128+42m)
Otobüs muhteşem yollardan gidiyor, doğa harikası, bazı yerlerde duruyor önünden hayvan sürüleri geçiyor. Köyde yani bildiğin okul. Hayaller Yıldız, Boğaziçi falandı ama İstanbul’da beklemezsin böyle ortam. Çok farklı duygulardasın. Her İstanbul’a gelenlerin yaşadığı bu güzel benzer duygular, yerini eziyet almasıyla işkenceye dönüşüyor tabi. Başlarda ne güzel kıta geçiyoruz diye camdan denize bakma çabaları, sonralarında biri kalksa da oturup uyusama bırakıyor. Okul evden 40km uzakta, git gel 80 küsür. Dönüş daha bir eziyet. Bitmiyor yol. 3 saati minimum var. 2.sene otostopu keşfedene kadar devam edecek bu eziyet. Tekirdağ’da otostop da bilmezdik biz. En kötü yürürdük.
İstanbul’da otobüs hatlarını öğrenmem çok uzun zaman aldı. Kaybola kaybola, yanlış yerlere gide gele, uyuyakalıp Göztepe yerine Pendik’te gözlerimi aça aça vs…’Arkaya ilerleyelim’ ilk İstanbul’da duyduğum gibi ‘Yer mi var gidelim?’ cevabını da ezberlemiştim.
 
Efsane Ikarus Otobüsleri
Ikarus otobüsler çok fazlaydı. Manuel vitesli, şöförün sinir ve psikopatlığına bağlı olarak hızlı bir kalkışta arkaya uçmak son derece mümkün.
Ikaruslar, 2013te filodan artık tamemen çıkarılan, 1000 küsür araçla Türkiye’ye deli gibi giriş yapan Macaristan malı, seri tank gibi cihazlar, hiç bir ek özelliği yok, tam bir doğu bloğu aracı. Milyonlarca kilometre hizmet ettiler. Önlerinde numaralar yazar Ikarusların. O numaraların ilk iki rakamı yılı, son 3 rakamı sırasını belirtir.
Ikarus markası 1895 de kurulup, 1930 larda motorlu araç üretimine başlamış, hatta bir dönem uçak üretimi bile yapmış köklü bir firma; 1947’de aynı isimle ancak bir kamu iktisadi teşekkülü olarak Macaristan Devleti tarafından sahiplenmiş, otobüs üretimine başlayarak tüm doğu Avrupa blokuna otobüs temin etmiş, özellikle 1970 li ve 1980li yıllarda 200 serisiyle tüm dünyada otobüsleri tanınmış, firma dünyanın dördüncü en büyük otomotiv üreticisi konumuna gelmiştir.
1991 yılında onbinlerce otobüs ürettikten sonra özelleştirilmiş, ardından 1999 yılında Irisbus firmasına satılmış; 2004 yılında üretimine son verilen Ikarus markası otobüsler, 2006 yılından itibaren işadamı Gábor Széles tarafından satın alındıktan sonra yeni bir yapılanmayla tekrar üretilmeye başlanmışlardır. Firmanın Macaristan, Rusya ve Çin’ de otobüs üretmesi planlanmaktadır.
İlk Giriş Yılı 1957
İstanbul’un sokak ve caddelerinde seferlerini sürdürürken şehrin on yıllar içindeki hızlı gelişimine tanıklık eden ve milyonlarca insanı taşıyan IKARUS marka otobüslerin İETT’ye ilk giriş yılı 1957 yılında alınan bir araç ile başlamıştı. Daha sonrasında 1979-80 yıllarında Macaristan’da üretilen Ikarus marka araçların alım ihalesine çıkılarak 305 adet Ikarus-Z260 (Solo) ve 190 İkarus Z280 (Körüklü) İETT filosuna katılmış, IKARUS marka otobüslerin İstanbul yollarındaki uzun soluklu hizmet öyküsü devam etmişti. 1991-1994 yılları arasında yapılan ihalelerde ise 1404 adet Ikarus daha İETT filosuna katılmıştı.
Ikaruslar kefalet anlaşmasıyla alınmıştı
1979-80 yıllarında filoya dahil edilen Ikarus marka otobüslerin ilginç bir alım öyküsü var: Türkiye’nin döviz sıkıntısı yaşaması ve kredibilitesinin yetersiz olması sebebiyle hiçbir otobüs firması İETT’nin alım ihalesine teklif vermemişti. Macaristan ise peşin alım şartıyla ihaleye gireceğini bildirmişti. Merkez Bankası ile Macaristan Milli Bankası arasında yapılan pazarlıklar sonucunda otobüslerin alımı gerçekleştirildi. Yapılan kefalet anlaşması ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi İkarus marka otobüsleri alırken, Macaristan da karşılığında Türkiye’den pamuk, tütün, yaş meyve ve sebze almıştı. Yani teslim edilen otobüsler karşılığında Macaristan, Türkiye’den çeşitli ürünler almıştı. 1992 ve 1994 yılları arasında yapılan alımlarda ise bu anlaşma iptal edilmiş ve banka kredisiyle 1404 adet İkarus otobüs İETT’ye teslim edilmişti. 80’li yıllarda alınan otobüsler ise İstanbul’dan Macaristan’a giden şoförler ile getirilmişti. Yaklaşık 1500 km’lik yol, 20’şerli konvoylar halinde kat edilmişti.
Ah O Eşsiz Tekli Koltuk..
Şöför arkasındaki yan duran 3lü koltuğun hemen arkasındaki tekli koltuk favorim. Sırf o koltuk için ilk durağa gidip binerdim. Çünkü o teklinin önündeki 3lü yan koltuğun arkası boştur ve oraya ayaklarını uzatıp uyursun. Başka yerde yoktur o. Başka hiç bir otobüste de yoktur. Ayakta uyumaya da çok çalışmışımdır. Uyudum diye hatırlarım ama uyudum mu acaba lan hakikaten bilmiyorum. Kronik uykusuzdum ki hala öyleyimdir. Gece Baykuş gibi gözlerim açılır benim. Bu yazıyı da yazarkenki gibi, derslere de hep gece çalıştım. Sessizlik ve huzur getirir bana geceleri…
Ortaköy’ün Barlarından Otogar’a
Üniversite öncesi Beşiktaş’ta sevgili Hande Vardar’ın doğumgünü vardı. Parti sonrası Selen, Pınar, Özgür ve birisi daha vardı İstanbul’lu olduğunu söyleyen ama bizi yanlış yönlendiren(!), 5 kişilik grupla Beşiktaş’tan Ortaköy’e gittik. Kargo’nun sevgili Deniz ile ilk albümü yeni çıkmıştı. Tüm sözlerini şu an bile ezbere söyleyebileceğimiz ‘Yıllar Sonra’ parçasından sonra gelen, nasıl gitarla solo atılamazın bir örneği olan, ama bir o kadar da çok sevdiğimiz ‘Ortaköy’ün Barlarında’ şarkısı eşliğinde dolaştık mekanları. Ortaköy o zamanlar Taksim gibi merkezdi. Hatta insan kalitesi bi tık yukardaydı. Efsane Sis barı vardı, çok güzel gruplar çıkardı. Sahil hattı ayrı efsaneydi, Arnavutköy’de Eylül barı hatırlar mısınız? Toto’lar çalınır, ağzımız açık bakardık..
Neyse;
Biz şarkıdaki gibi, ‘Islak Sokaklarda Son Paramızı’ da verdikten sonra, Esenler Otogar’a gidip Pınar’la Selen’i bıraktık. Buraya kadar ki ulaşımlarda sorun yok, çünkü benden başka 4 kişi daha var nihayetinde. Bana kalsa Esenler yerine çoktan Sarıgazi’ye falan gitmiştik.
ORTAKÖY – KARGO (1993)
ORTAKÖY – KARGO (1993)
Akşam işten döndüm yorgun argın
Ama icim heyecan heyecan dolu
Televizyonu açtım bana uyan birşeyler aradım
Ama yok
Ne yapmalı dedim çıkıp dolaşmalı
Ortaköy ün barlarında
Islak sokaklar ve bira
Son paramı vermişim çoktan
Dolaştım durdum tüm gece bütün gece
İçmişim delice ama farkında bile değilim
Sabah sızıp kalmışım bir köşede yalnız
İşim bitti kovuldum gitti
Anladım şimdi hayatın anlamını
İşe gitmek işten dönmek
Bunlar boş şeyler…
Aksaray Otobüsünde Cihan’la Karşılaşıyorum.
Otogarda yolcu ettik kızları, gece 23:00. Benim Göztepe’ye gitmem lazım. Taksim’e geliyorum bi şekilde, ama ordan nedense Aksaray otobüsüne biniyorum. Tam orta kapıdayım. Cihan Özekli’yi görüyorum, kitap okuyor, yanlış hatırlamıyorsam ‘Sefiller’.
25 sene önce bindiğim otobüsün orta kapısında tesadüfen karşılaştığımız Cihan’ın elindeki kitabını hatırlıyorum. It’s a curse..
‘Lan sen ne yapıyorsun burada?’ diyor. ‘Güvenç’e gidiyom’ diyorum, ‘Olm sen Göztepe’ye gidecen, burda işin ne?’. Bir durak sonra inip, Cihan’ın tariflediği gibi, bi şekilde Karaköy, son vapurla (o saate Beşiktaş-Kadıköy vapuru yok, Karaköy çalışıyor) Kadıköy, minibüsle ev. Allahtan her mavi minibüs oradan geçiyor bi şekilde. Herhalde gece 01:00de falan varıyorum.
Tekirdağ’dan alışkanlık bu, bindiğin otobüs bi şekilde evin yakınından geçer, içinde de illa ki bir tanıdık olur. Ama burda öyle değil, tarifler de çok karışık. Şu durakta in, öbür caddeye geç, ilk geçen otobüse bin, 3 durak sonra in, şuna bin, şundan in vırvır bitmiyor. Ha bi de İstanbul’luların çoğu bu tarifleri ezbere biliyor. Ben bilemiyorum, aklım almak istemiyor. Başka dil bu. Ama canım sıkılmıyor otobüslerde. saatlerce yolculuğa bi şekilde alışıyorum. Seve seve.. Bu bağlamda okul rotasını düşününce, güzel rota basit 2 araç var toplamda ama her gün gidip gelmek çılgınlık.
Okulun İlk Günü
Okulun ilk günü sabah bir kaç sınıf arkadaşı ile tanışıyorum. ‘Nerelisin?’ diye soruyorlar, şaşırıyorum çünkü bu soruyu hiç duymamışım. Tekirdağ’da önemi yoktur çünkü bunun. Ama sonradan İstanbul gibi insan mozaiği dolu, kozmopolit şehirde, ortak bir kaç konu bulmak için, bu sorunun hep sorulacağını idrak ediyorum. İlk 3 sorudan biri bu mutlaka..
Sabah tanıştığım arkadaşları, marketten sigara alıp gelirken bi şekilde kaybediyorum. Ama dersim başladı, konuşmalardan ilk dersin istatistik olduğunu anlamışım ama nerde olduğunu bilmiyorum. Sınıflara girip çıkıyorum. Sonra orta bir binada bi amfiye giriyorum öğretmen kapısı girişinden. ‘Pardon burası İstatsikmi?’ diyorum. Nefes nefeseyim, ders başlayalı da 30dk olmuş. Ter ve panik içinde hızlı konuşup sikmik deyince tüm sınıftakiler gülüyor. Ama onları da tanımıyorum ki, suratta aptal ifadem geçmemiş nihayetinde, öğretmen de ‘Anlaşıldı, bu da sınıfınızın şaklabanı’ diyor. Haydaa, dakka 1 gol 1. Ama sınıf doğru.
Delileri Çok Severim.
Okul boyunca bu kalıcı oluyor bende ve hocalarda da. Çoğu dersi sevemiyorum. Benim hayalim ahşaptan kendime gitar yapmak iken, odun modun anlatıyorlar. Kahvehaneleri keşfettik civarda, King’e dört diye günde 5 el king çeviyoruz. En sevdiğim ders, ‘Maliyet Muhasebesi’. Çünkü hocası da benim gibi takıntılı, obsesif. Sınav kağıdının soldan ilk 3cminde hiç bir yazı olmayacak, soru cevapları arasında bir satır boşluk olacak gibi. Tam benlik. Zaten bulurum böyle insanları. Delileri de. Çok iyi anlaşırım arızalı insanlarla. Korkusuzdurlar, samimilerdir, hızlı düşünürler. Hikayeleri derindir, paylaşırlar. Tanışırız hemen, kaynaşırız, acaip de eğleniriz.
Vapuru Keşfettim
Okulun ilk haftası heyecanla, hevesle gidiyor ama sıkıcı bu yol mevzusu. Bu muymuş üniversite hayali diye bıkbık dolaşıyorum. Benden başka manyak yok ki derken 3-4 arkadaşla daha tanışıyorum. Onlar da olmasa okulu bırakabilirim o moddayım. Hatta bu grupla Sarıyer’den Beşiktaş’a 4,5 saatte yürümüşlüğümüz de var, ne gereği varsa..
Bizim sınıftan Bahadır Kazasker, Rıza Bostancı’dan geliyor. Onlar farklı rota yapmış, vapur kullanıyorlar. Süre aşağı yukarı aynı ama manzarası güzel, zamanı belli, stresi yok. Aylık öğrenciye kartı da var limitsiz binmeli. Süper alıyorum ben de. Beşiktaş’tan da 42 otobüsü var, sahilden gidiyor. Bu hat daha keyifli. En azından otobüste Boğaziçili, Marmara Üniversiteli kızlar, ehm yani öğrenciler biniyor. Dönüşte de Beşiktaş’tan Kadıköy’e vapurla geçip otobüse binip evlere gidiyoruz. Kadıköy vapurunu kaçırısak, Üsküdar’a motor var, oradan 2 nolu otobüsü kullanabiliyoruz. Öğreniyorum yani hatları falan.
Hayatımızın çoğu bu otobüslerde geçtiği için de olayı kabullenmişiz. Minyatür iskambil kağıdımız var. Arka kapıda oturup oynuyoruz hatta, çünkü trafik ağır. Arka kapı bi sonraki durakta açılana kadar en az 15dk geçiyor.
Çoğu zaman Beşiktaş Kazan’da içiyoruz. Alışkanlık yapıyor her gün içip vapurla gidiyoruz. İç cebimde cep kanyağı var. Acaip ucuz ve şişesi de çok güzel. İncecik, iç cebe giriyor. Soğukta yürürken 1-2 kapak atıyorum, bomba. Bir gün yine Kazan’dan Kadıköy’e geçtiğimizde sahilde bi yerlerdeyiz. Nasıl sıkıştık var ya anlatamam. Muhabbet sarmış, bilmediğim şarkıları bilir olmuşum falan. Uçuyoruz yani. Etrafta da tuvalet yok. Kayalıklara çıkıyoruz, ben diyorum ‘mecburum işeyecem’.
Zifiri karanlık zaten, uzaklardan bi deniz otobüsü geliyor o kadar, kimse görmez, lan noolcak ki. Tam işerken, o uzakta sandığımız deniz otobüsü bir anda 2 tane spot tutuyor üstüme. Aynı kuşların üzerine fener tuttuğunda çakılı kalmaları gibi kıpırdayamıyorum, gözlerim bembeyaz, elimle gözümü kapatıyorum ama alt takım meydanda. İşemeyi de kesemiyorum. bildiğin reklam oluyorum. Bir de iki kez havalı kornasını çalıyor. Hain kaptan!
0 Comments