Hangi Sedathh?
Hangi Sedathh?
90ların sonları. Kumbağ’dayız. Yazlığımız buraya çok yakın. Öğretmenler kampı o zaman halka açık. Kumsalı uzun, geniş, temiz ve güzel. İstanbul’lular da paso buraya akın ediyor. Bildiğin piyasa. Akşam barda gördüğün ne kadar tip varsa, hepsinin röntgeni önünde.
Erşan’larla her gün King oynuyoruz. Bazen günde 3-4 tur döndürüyoruz. King defterimiz bile var. Güvenç her zamanki gibi sinirleniyor oyuna ama o da seviyor Kingi, belki de sevdiği tek masa oyunudur diyebilirim. Akşama kadar paso çay içiyoruz. O gece barda çalmıyorsak akşamdan geceye de bira.
Bar dediğimiz yer de çoğu Tekirdağ’lı müzisyenin sahnesinden geçtiği efsane rock mekanı Akademi. Metin ve Murat kardeşler çok emeklerle orayı açmışlar, amatör profesyonel her müzisyene şans veriyor, imkan tanıyorlardı. Tüm Tekirdağ’daki gençlerin mutlaka uğradığı yerdir burası.
Yazlık yeri Kumbağ’da, kışlık mekanı ise şehir merkezindeydi. Murat abi, çok yetenekli Mimar Sinan’lı grafikerdi. Sıraselviler’deki Kemancı’nın koridorlarıdaki o efsane grafikleri yapan bizzat kendisidir. Tekirdağ’daki Akademi girişini, içerisini, sahne arkasını da el emeğiyle, başta hobi olarak başlamış. Sonrasında, ortaya mükemmel tasarlanmış, renklendirilmiş mekan çıkmıştı. Efsane Medusa resmi hala gözlerimizin önünde durur. Kemancının daha özgün bi versiyonu denebilecek kalitede olup, bizim için en tepe yerdi. Murat Abi de Psycho Killer dendiğinde ilk akla gelenlerdendir. Çok severdi o parçayı ve neredeyse tüm gruplar repertuarlarının bir yerinde onu o parçayla sahneye davet ettirirdi. Halen irtibattayız Metin abilerle. Çok değerli çalışanları vardı buranın. Cücüyü kim unutabilir mesela? Hepimizi idare ederdi, efsane adam.
Bu mekan yaz kış full çekerdi. Mükemmel müzik çalınırdı içerde, gerek canlı, gerek cd. Özellikle bayramlarda tıklım tıklım olurdu. Güvenç’lerin Karya grubu buraya damga vurmuştu. Ali inanılmaz bir ses ve yetenekti. Komik adamdı da. İstanbul’dan gelip gidiyordu. Bir tane eski Golf arabası vardı. Altı alçaktı. Kumbağ yolunda kasislerden önce herkes arabadan iner, geçtikten sonra binerdi. Tabi araç tek kapı olduğu için, bu seremoni hiç unutulmadı! Bir kere de kaputu açılmıştı giderken. Kaputla ön cam arasındaki ufacık aralıktan sürmeye devam etmişti, ne adamdı ya Ali.
Metin abi, sıkıştığı bu kalabalık bayram günlerinde anında grup kurabilmesiyle meşhurdu. İşte “Osman davul çalar, Erşan’ı gitara alalım, Dilek var o söyler, basta Mutlu var, bu oldu. Yarın da İlker, Eser, Sinan, Kerem, Eko gelir, onlar çıkar, E bizim Buraklar, Barışlar da burada, diğer güne de Kıvanç Güvençleri alırız, Ercüneyt de yakınlarda, tamam işte”, diyerek programları sesli düşünürken kurardı. Çok pratik adamdı. O kadar değerli müzisyen dostlar var ki buranın havası almış, suyunu tatmış. Ortak kümemizdi diyebilirim.
Silivri’den sırtında bi gitarla çıkıp, o cesaretle ‘Ben grup kurup sahne yapacam’ diyen Fırat’la da biz burada tanışmıştık mesela, sonrasında Velvet’i kurduk. İstanbul’dan da sağlam gruplar müzisyenler gelirdi buraya. Yırtık Uçurtma (Mutlu ve Yaren çok sevmişti Kumbağ’ı). Bir diğeri ise “Derinlik Hissi..”. Solakların star wars’unda manuel atan Korkut ile, Şahin, Hakan, Osman ve Cihanların grubu. Doktor hatun vardı başlarda vokalde, erkek arkadaşını biz görene kadar bence çok iyiydi, gereksizdi onun gelişi, sonra bozdu o, yakışmıyordu sahneye, sesi de kötüydü. Bir sonraki vokallerine de Godzilla diyorduk, ismini valla hatırlamıyorum. Nilgün müydü? Lakabını talihsiz bir şekilde, Karavan’da zıplarken sahneyi delip almıştı.
İstanbul’dan gelen diğer dostlarımız Ali, Tunç, Dinç ne güzel adamlardı ya. Özlem, Ebru, Talha, Çiğdem Kavi diğer sahne paylaştığımız dostlarımızdı. Tuna’lar Ethem’ler… Aklıma gelmeyen bir sürü değerli arkadaşımızın yolu hep buradan geçmiştir.
Benim bas gitara geçişimi sağlayan bardır burası. Her hafta bana başka bir bas gitar bularak, Dinç’lere bas çaldırmışlardı. Geçenlerde Ferhan gönderdi bana, Akademinin blog sayfasını Murat abi açmış. Orada çeşitli fotoğraflar ve videoları yüklemiş. Linki isteyenler olursa özelden göndereyim.
Bu yazımın başında, öğretmenevinde barda çalmadığımız günler diyorduk ya, hah biz Erşan’la o günlerde de sürekli Akademi’deydik.
Güvenç bir yaz ufak bi operasyon geçirmişti. Grup kurduk. İstanbul’dan Tunç’la Gökhan geliyordu. Metin Abi bize bi teklif yaptı, sonrasında muhtemelen bundan çok pişman oldu.
O da; “Biz sadece Dinç’le Gökhan’a yolu ve kaşeyi verelim. Siz zaten burdasınız, gelin mekanda için, para vermeyin, almayın da.”
Ah be abi, bu Erşan’la bana teklif edilir mi? Tabii ki olur dedik, her gün fıçının dibini gördük.
Bizim Erşan’la benzer efsanemiz Queen’dedir. Hafta içi bir gün maç izlemeye gittik mekana. Nasıl olsa bizim mekan diye, içtikçe içtik, garsonlar bizim kanka zaten Veli’ler. “Abi getiriyorum” diye paso tazeliyorlar. Maç bitti biraz daha takılıp eve döndük.
Cumartesi sahne sonrası bir baktık para eksik. Meğerse biz maç günü 32 (otuziki) bira içmişiz Erşan’la, onu kesmişler haklı olarak.
Dönelim Kumbağ’a. Babamın milli eğitim müdürü olduğu dönemdeyiz. Bir kere bile ne makam aracını ne de ayrıcalığını kullanmadık.
Kumbağ öğretmenler kampında arabayı tanıdıklarından, otoparkına rahatça girip çıkıyoruz. Bir de ayıp olmasın diye bir kez mayo değiştirip çıktığımız, bana ordaki evlerden birinin zorla anahtarını vermişlerdi.
Erşan’la bu günlerden birinde sahile indik. Rüzgar yok, deniz düz, muhteşem. Öğlen vakti, tam tepede güneş yakıyor ortalığı. Sahil tüm eşantiyon şemsiyelerle bildiğin gökkuşağı. İnsan kaynıyor ortam. Mısırcılar, ve ne dediğini hiç bir zaman anlayamadığımız, Erşan’ın Poğaçaca-Türkçe sözlüğünü çıkartmayı düşündüğü, “Sıcık Yeöö, Pooçeeeğci” ler sürekli ortalıkta geziyor.
Bizim de bi yere çökmemiz lazım, söz vermişiz, Murat Abiler, Okaylar, Esralar, Jansetler falan gelecek. E şemsiye lazım.
Kampa ait şemsiyeler var. Belki de kalmıştır diye kenardaki görevliye yanaştım.
Abim oturduğu plastik sandalyenin önüne bir tane de ters koyup ayaklarını uzatmış. Kafasındaki hasır kovboy şapkasının önünü indirmiş yüzüne, simsiyah işporta gözlüğü arkasında görülüyor. Belli ki günlerdir orada durmaktan teni Will Smith olmuş. Yatışından belli, müthiş bir keyif yaşıyor.
Abime sordum:
– ‘Hocam şemsiye var mı acaba?’ (Bu arada öğretmenevlerinde herkes birbirine hocam der)
Muhtemelen bu çok sorulan sorudan bunalmış, sıkıntıdan da ağzında ot çevirmekte olan kahramanımız yarım ağızla:
-‘Yok, kalmadııhhh’.
Yüzümüze bile bakmıyor rahat abim. ‘Beni bi rahat bırakın’ diye sessizce fışkırıyor vücut dili.
Erşan da beni dürtüyor o sırada. ‘Yedeklerde illa ki vardır olm, babandan bi bahsetsene ya’ diye. Öyle ya, şemsiyemiz olsa, sahilde yanımıza gelecekler var.
Neyse dedim ki:
– ‘Ben Sedat Bey’in oğluyum’
Kovboyumuz, ne duruşunu ne de o umursamaz konuşmasını bozmadan devam etti:
– ‘Hangi Sedathh?’
– ‘E Sedat Kaplan… Milli Eğitim Müdürü’
Abim yattığı yerden nasıl saniyesinde zıplayıp, 90 derece dik duruma geçtiğini hatırlayamıyorum. Ama unutamadığım şey, ayağa kalktığı gibi kendi tepesindeki açık şemsiyeyi söküp, ‘Şemsiye bu, hiç biter mi? İşte burda, nolur bunu alın, babanıza çok selam’ diye verip kaybolmasıydı. Korkutmak falan değildi amacımız, vali falan da demedim ki ama şemsiye elimizdeydi işte bi şekilde. O abimizi de bir daha oralarda görmedim. Bizim de Erşan’la anılarımızda unutamadığımız ‘Hangi Sedathh” olarak kaldı.
0 Comments