Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

Diskodaki Asker

Diskodaki Asker

Üniversiteyi 7.seneye uzatmamla bir ister istemez üzerimde bir askere gitme baskısı oluşmuştu. 2004’ün nisanında tekrar Bodrum’a gittiğimizde, alttan 5 dersin finali ve muhtemel bütünlemesi kalmıştı.

Tabii ki koşullar çok zordu, zira havuzdayken bir elde kokteyl, diğer elde ıslanmaması için ders notu tutulup çalışılamıyordu (denedim). Tüm öğrencilik hayatımda, sınavdan önceki gece, hatta bazen de olduğu gün ders çalıştığım için önceden hazırlık alışkanlığım da yoktu. Benim için en iyi öğrenme şekli budur. Ortada tabii ki pratiğe ve hıza dayalı bir test sistemi yerine, soru cevap varsa, her zaman işe yarayan formülümdür. Zira 1 gün öncesi ve sınav öncesi kantinde edilen bilgi, ezber gibi de olsa, bilgiyi akabinde uygulamasını yaptığım için yerleşik bilgiye geçiyordu. Çoğu arkadaşımda haftalarca çalışılan o bilgiler kafalarından uçarken, benimki kalıcı kalıyordu. Çünkü öğrendiğim bilgiyi 24 saat içinde uygulamış oluyordum. Her zaman da önemli bir bilgidir bu. Öğrendiklerini uygulamazsan çöptür.

Velhasıl sınav programı geldiğinde haftanın 6 gecesi müzik yaptığım için, sabah İstanbul’da okula gidip, akşamında Bodrum’da sahnede olmalıydım. Bodrum merkezdeki Thy ofisi bana çok yardımcı oldu sağolsun. O dönemler az uçuş var, yüksek sezonda da talep fazla ve sadece Thy var. Pahalı da uçak biletleri. O yüzden bana bir şekilde olmayan yerlerden yer buldular.
Ben de gece çalıp, sabah uçakla İstanbul’a gelip, okulda sınava girip, akşam dönüp programa yetiştim.

Son sınava gelmiştim. Planım alttan bir ders bırakıp, okulu 8.seneye uzatmaktı. 1 derse kalınca ayrıca tek ders sınavı açılıyor. Ama o sınava girmeyeceğim böylece 1 sene kazanacağım. Öyle sakat plandı ki, sınavlardan neyi geçip geçemeyeceğim belli değil. Hepsini geçme ihtimalim de var. Ama kazara birinden kalmam lazım. 2 tanesinden kalırsam, askerlik yolu açılıyor.

Neyse ki eski sistem öğrencisi olarak, bu bütünlemelere kalan az öğrenci var, o yüzden sonuçlar hızlı açıklanıyor. Sınavlarıma da okulu 4 senede bitirip asistan olan sınıf arkadaşlarım gözetmen olarak giriyor. Program neyse ki benim için ideal oldu. Zor derslerden geçip, en kolay olan iş sağlığından kalmıştım.

Ondan kalma hikayem de ilginçtir. Bazı sınavlar öncesi, arkadaşlarımla tekelden bikaç bira alıp, otoparkta derslere çalışıyorduk. Rahatlarız diye. Ben bu kafalardan biriyle o sınava girmiş, ve 90 alırım sınav mükemmel geçti, her gün böyle olsa diye çıkmış, sonra neler yazdıysam artık kağıda, dersten çakmıştım. Yanlış yöntemmiş.

Annemlere tek dersten okulumun uzayabileceğini söyledim. Onu da Kimya olarak söyledim ki bela dersttir.

Annemlerin okuldan öğrencisi Orhan Sevgi kantinde beni buldu. “Gel konuşalım şu hocayla” dedi. Kimya dersliğine girdik. “Hocam” dedi “Kıvanç dersten kalmış, tek ders sınavına girmeli, ne yapmalıyız” dedi. Hoca da “Yoo Kıvanç geçti” dedi. Bu benim bildiğim bilgiydi zaten, şaşırmış gibi yapıp sevinme numarası yaptım ama bir yandan da planım batıyor ve tek ders sınavına girmek durumunda kalıp, mezun olabileceğim. Mecburen askere gidecektim, üzüntüdeyim yani.

Orhan Sevgi benimle öğrenci işlerine geldi ve iş sağlığından tek dersim kaldığını öğrendik ki onu da biliyordum. Tek derse girmek için mecburen dilekçe verdim.

Artık okulu bitirmek dışında çarem yoktu. Sınav günü bildirildi. Uçakta yer yoktu. Bu sefer rica ettiler businesstan yer açıldı bana. Elimde sabah sabah on the rocksla uçtum. O kadar uykum var ki, beni sınıftan arkadaşım Fatih, rahmetli babasının efsane temprasıyla taksimden aldı. Önce sanayiye gittik araç liftte, alt takımları amortisörleri değişirken ben ön koltukta saatlerce o gürültüde mis gibi uyudum. Bodrum’da kaldığımız tatil köyünün içinde kuaförle dostluk kurmuştuk. O da bizim grubu sıradan saçraına boya, mech falan atmıştı. Bende de sarı mach kalmıştı hafif. Fatihlerin evinin ordaki fotoğrafçıya uğrayıp, diploma için foto çektikdik. Fotocu rötüşlü yapacağım diye, renkli kafayla girdiğim için midir nedir beni bişeye evirdiği tipteki fotoyu, mecburen okula verdik. O fotoğrafı burada paylaşmayacağım tabii ki.

Sonuçta sınavları geçtim ve mezun belgesini aldım. Tekirdağ askerlik şubesine giderek evrakları verdim. Bundan sonraki süreç, “bir gülü mü yoksa silahı mı tercih edersiniz” gibi sorulardan oluşan bir yedek subaylık sınavına girip sonucu beklemekle geçti.

Kasım ayı sonuydu, cuma günü, akşam oldcityde çalmaya giderken, güvenç o dönemki akıllı telefonuyla askerlik yerime baktı. Mucize şekilde kısa dönem Hadımköy-İstanbul düşmüştü. Babamı hemen arayıp Sarıkamış jandarmaya gidiyorum dedim. Babam sakinlikle her ne kadar sağlık olsun dese de, sesindeki titremeden dolayı şakayı çok uzatmadım.

Uzak olmadığı için pazar günü Güvenç beni arabayla bırakıp teslim olabilecektim. Dolayısıyla Cts gecesi de lineda sahnede olabildim.

Pazar hangover kafayla kalktık ve yola çıktık. O dönem uzun olan saçlarımı kestirmemiştim, nasıl olsa berber var diye. Kulağımda küpeyle askeriye girdiğimi de geç farkettim. Serseri şekilde kafam da iyi olarak giriş yaptım yani.

Girişte standart bize dolap, çorap, giysi vs verdiler. Orada bile yanlış birliğe teslim olmaya çalışanlar vardı. Yemekhanede akşam bir yemek yedik. Benim için kahvaltıydı. Askerlik boyunca yemekten yana şanslıydım, zira karaşimşek dedikleri Mercimek, benim en çok sevdiğim yemektir.
Yemek sonrası “Hadi koğuşlara, yataklara” dediklerinde de saat henüz 20:00 idi. Sabahın 6sında yatmaya alışmış bünye için bu saat benim daha yeni kendimde olduğu saatlerdi, mümkünü yok uyuyamazdım.

Oldukça kalabalık olan koğuştan koridora çıkıp, saatlerce volta atıp, neredeyse 1 paket sigarayı bitirip, dönüp alt ranzadaki yerime uzandım. Sigarayı bırakamamıştım ama mecbur alkol detoksu yapmam gerekecekti bu dönemde. Koğuşta millet çoktan 2.rame geçmiş, toplu senfoni var içerde. Sonraki koğuş nöbetlerinde “Horlayanı sustur” talimatının ne kadar manasız olduğunu farkedeceğim. Zira sese doğru giderken, başka seslerle başka yollar açılıyor. Bi bakıyorsun esasında herkes horluyor.

Bu gürültü içinde, varla yok arasında olan incecik yastık üstünde, ellerim başımın altında yukarı bakarak, ‘Allahım ne işim var benim burda?’ diye düşündüm. 24 saat önce rockstardım len.
“Acaba 1-2 sene daha askerlik için beklese miydim? Burda zaman nasıl geçecek? Botları 1 numara büyük mü alsaydım, traş ne zaman olacağım? Sabah ya uyanamazsam? Tuvalette nasıl kapı kilidi olmaz ya” gibi kafamda bunları sararken, tam bu sırada…

Yandaki üst ranzadan ‘alllaaaaah’ diyerek biri, yere paralel çuval gibi pof sesiyle düştü. Birileri “nooluyo mk?” diye tek göz açık yeni uyanmaya çalışırken, cin gibi olan ben, hemen çocuğun yanında bittim. Herif bir yandan “ahhh” diyor, bir yandan da uyuyor.

Yerdeyken oturttuk çocuğu ama gözler kapalı tipin, sızıyor herif. Diğer çocuklar “abi bi tokat et kendine gelsin uyansın” dediler. Çocuklar diyorum çünkü en yaşlılardan biri benim ortamda. Boyum da uzun olduğundan, tim başı içtimalarda ekibin başında ön öndeyim. Başladım buna “uyan lan” diye vurmaya. “Adı neydi lan bunun” diyorum bilen de yok. Gıcık kaptığım kaç tane isim varsa salladım paso. Neyse çocuk geldi kendine. Zaten üst ranzaya göz dikmiş alttaki çocuk “abi o buraya yatsın, ben yukarı alırım” diyerek fırsattan üstü ele geçirdi. Sonra dedim ki, ‘Aksiyon böyle başladıysa, finali nasıl olacak acaba?”

Hadımköy’ün koşulları iyi değil. Duşa diye götürüyorlar. Tek ayağını koyabileceğin sadece 20cm2’lik bir taşın üzerinde, ip gibi akan, soğuğa yakın ılık diyebileceğimiz suda yıkanabiliyoruz sadece. Koğuştaki çoğu camlar kırık. İçerisi soğuk. Yatakta ağızdan buğu çıkıyor, ben dahil çoğu kişi faranjit olup, öksürme döngüsüne girmiş durumda. Bu ortamda 3-4 müzisyen birbirimizi bir şekilde buluyoruz. Orkun, Hakan Yılmaz, ben. İyi ekip olduk.

Acemi birliğinden sonra gideceğimiz ana bölüğün sürgün yeri olduğunu duyuyoruz. Ne kadar problemli çocuk varsa orada.

Hakan Yılmaz müthiş bir adam. Klavye çalıyor. İnanılmaz girişimci ve herşeyden haberi var. Sanırsın ki daha önce de askerlik yapmış. Kafa sürekli çalışıyor. Rüya kahramanı gibi. Bize diyor ki,”Burda askerlik geçmez, 1.ordu var Üsküdar’da. Orayla görüşeceğim.” “Nasıl?” dediğimizde de “Halledeceğim ben” diyor.

Bir kaç gün sonra hasta olduğunu öne sürerek, kendini revirden Gata’ya sevk ettiriyor. Oradayken dışarı çıkıp yakın olan 1.ordunun bando bölümüne arka kapıdan girip, bölümün komutanıyla tanışıyor. Kendisinden ve bizden bahsediyor. Müthiş bir başarı ya bu. Rüya gibi. Azime bak.

Hakan bize kantindeyken referans yazısı ve özgeçmiş dilekçesi hazırlatıyor. Tekrar hasta olup, gataya ordan 1.orduya geçip, evrakları veriyor. Soğuktan parmaklarımızı birleştiremediğimiz acemi yemin töreninden sonra, bölüğe giriyoruz. En aklı başında adamlar olduğumuz için, yüzbaşı bizi sahipleniyor.

Hakan’ın girişimi sonuçlanıyor ve 1.ordudan beklediğimiz yazı geliyor. Bu özel emir bizi Hadımköy’den Üsküdar’a aldıracak. Hadımköy bu emir kağıdıyla sarsılıyor. Anlam veremiyor 1.ordunun nereden haberi oldu bu adamlardan diye.

1.ordu çok büyük yer. Hikayeler var işte. İki kardeş birbirini göremeden askerliği bitirmiş falan. Koşullar çok iyi. Koğuşlar sıcacık. Ortam tertemiz. Kışın ortasında gittiğimiz için her tarafı kar kaplamış. Akşam devriyelerinde o manzara içinde yaşamak büyük keyif oluyor. Paltosuz karda devriyeye çıkıyoruz, çünkü yürüdükçe ısınıyoruz. Özel emirle geldiğimiz için mevcuttaki çavuşlar tabii ki tepkili, onların hiyerarşisini bozduk. “Nerden çıktı bunlar şimdi?” diyorlar bakışlarıyla. Cam kenarındaki 2 ranzayı da bize verdiriyor komutan, yerlerinden de ettik adamları.

Biz bandoda görevliyiz. 50ye yakın rütbeli var yanımızda. Bi yerden bir yere giderken selam vermek için kaldırdığımız sağ kolumuz sürekli havada kalıyor.

Ast subaylardan birine bas gitar ders veriyorum, onun dışında Orkun, Yahya, Hakan’la, diğer subayların da olduğu 4 farklı orkestrada görevliyiz. Dolabımızda her rütbeden gününe göre kıyafetimiz var. Görevimiz sabah içtiması sonrası odalara gidip enstrüman çalışmak.

Bandoyla provalardayken çalmadığım yerlerde sıkılıyorum. Önüme tuba notası geliyor. Si Bemol enstrüman. Doğal transpozesini zorlansam da yapıp, fa anahtarından okuyorum. Partisyonlar gayet kolay, kök nota üzerine 4lü 5li genellikle. Ufaktan düşük sesle eşlik etmeye başlamamla bir, arkamdaki 4 tubacı subay aniden susuyorlar. Acaba yanlış mı yaptım diye arkamı döndüğümde, 4ü birden, piyango çıkmış gibi, “devam devam” diye bana bandonun, sonraki tüm Tuba partisyonlarını bırakıyorlar. Nefes bu tabi kolay değil.

Çoğu subayla kanka oluyoruz, ortak dilimiz müzik. Kimileri zorla bando askeri olmuş, aynı parçaları aynı notaları çalmaktan bunalmışlar. Bizimle bir yeni parçalar, renk ve değişiklik oluyor onlara. Üflemelerin çoğunu öğreniyorum, jazz standartlarını yiyoruz Orkun’la. Hakan, Tolga, Yahyalarla alaturkayı da bitiriyoruz.

Albayımızın bestelerini stüdyoda gidip kaydediyoruz. Cengiz Kurtoğlu geliyor, Yahya onda sahne alıyor. Onunla da çalıyoruz. Hareketliyiz oldukça.

Bahar aylarına girdiğimizde konserler artıyor. İlleri dolaşıyoruz. Haftasonu günü birlik çarşı izinleri var. Çarşı izninde dışarda ne yapacağım ki? Eve gidiyorum. Tekel daha yeni açılmışken biraları alıp, bilgisayarımda çok severek oynadığım “Age of Mitology”’e oturuyorum. Güvenç’le Dikilitaş’tayız o dönem. Ben askerdeyken Cihan kalıyor Güvenç’in yanında. Velvet sahnelere devam ediyor, benim yerime Barış idare ediyor. Eve geldiğimde gece sahnesi yeni bitmiş oluyor. Başlarda Güvenç beni karşılasa da sonra zorlanıyor haliyle. Ben sabah eve giriyorum, akşama doğru çıkarken hala uyuyor oluyor. Yanımda taşıdığım 1 kutu delikli poloyu ağzıma atıp birliğe giriyorum. Rutinim, bu haftalarca sürüyor. Bölük komutanlarımdan biri beni bu dönüşlerden birinde, şakayla karışık kunduna getirip içki içtiğimi öğreniyor. Ertesi sabah başçavuş gelip bana
“Hazırlan Kıvanç Çavuş, yarın diskoya gidiyorsun” müjdesini veriyor. Disko denilen yer, Disiplin Kodesinin kısaltması. İronik tanımlama. 3 gün boyunca mavi elbiseler giydirip, kelepçe ile diğer askerlerin önünden yürütüp yemekhane ve kodese götürüp getiriyorlar oradaki cezalı askerleri.
2016daki kararla disko dönemi bitiyor askeriyede bu arada. Derken bir diğer subay başçavuşa yarın konser olduğunu hatırlatıyor. Başçavuş o zaman yarın bir daha bakarız duruma diyor.

Bölük komutanı beni kıskanıyor. O dönemde bizim web sitemiz yerli yabancı ziyaretçilerle çok aktif. Forumda tartışmalar var. Ana sayfada benim havuzdaki resmim ve askerlik bitimine kalan süre sayacı var. Kuduruyor komutan. Diğer eğlenceli fotoları da görünce titriyor. Kaldırttıyor benimle ilgili askerlik sayacını. Telefon yasak ama biz bir şekilde yatak içinde çorapla saklıyoruz. Açığımı arıyor ama bulamıyor.

Bu disko meselesi de ondan çıkma. Bizim statü biraz farklı. Künyede üniversite mezunu olduğumuz için yargılamalarda subay konumundayız. Bir de suçun işlendiğine dair bir kanıt yok ama komutan benim rahatlığıma takık. Belki de gözdağı verdirmek istiyor.

Ertesi gün tekrar başçavuş aldığı talimatla “Hazırlan Kıvanç Çavuş, yarın diskoya gidiyorsun” diyor. Adımız da Diskocuya çıkıyor. Ama dedim ya bahar ayları konserler yoğun. Gene bir subay başka konseri hatırlatıyor. Gönderemiyorlar beni, subaylarla da aram iyi, bir de orkestraya renk ve çeşitlilik kattığımdan bırakmak istemiyorlar.

Ders verdiğim ve diğer orkestralarda da görevli olduğum için görevim yoğun. Diskodan vazgeçiliyor. Ama komutan kendine göre daha hain bir ceza veriyor. O da gece 00:00-02:00 ve 04:00-06:00 nöbeti. sabah 8de de içtima var. Bana hiç de zor gelmiyor. Zaten az ve bölük pörçük uyuma alışan bünyem için sorun olmuyor. 1 haftayı da böyle hakkını vererek nöbeti tutuyorum. Aramızda psikolojik savaş var.

Diğer iller turnesi başlıyor. İzmit konseri var, subay elbiselerimizle kültür merkezine varıyoruz. Çok güzel bir konsept var. Bando üflemeleri ile İzmit konservatuar yaylıları birleşiyor. Ordu komutanı var, protokol kalabalık. Çok yoğun ilgi var. Bizden de tüm rütbeliler neredeyse orada. Konserin sonlarına doğru müziğe tutkulu olan bölüğün komutanı, “davulcu solo atsın” diyor. Ufuk subay başlıyor soloya. Sonra bana dönüp “hadi gir” diyor. Ben de slap atmaya başlıyorum. 2-3 dakika takılıyoruz. Ufuk çok yetenekli ve sağlam davulcu. Aşırı uyumlu oluyoruz. 3-4 farklı ritimle alkışla tempo tutuluyor. Bizim kıskanç komutan bakalım daha kudurcak mı altyazısı dolanıyor beynimde.

Solo bitiminde alkış tufan. Komutan ayağa kalkıyor, “Bravo davulcu, Bravo basçı” diye alkışlıyor. Sonra soluna dönüp, bana takık olanın ve onun da üstü olan komutanların elini sıkıyor. “Tebrikler komutanım, harika yetenekli askerler yetiştirmişsiniz.”

Ertesi gün ortalık süt liman. Bandoya taktir getirmişimiz. Bütün subaylar elimi sıkıyor. Benim takık olan komutan da, sonunda pes ediyor ve buzları eritiyoruz. Nöbetler kaldırılıyor.
Normalde askerliğim mayıs ortasında bitecekken, 19 mayıs konseri gündeme geliyor ve bana zorunlu 2 hafta izin veriyorlar o konsere çıkabilmem için.

İzindeyken Velvet’le sahneye çıkıyorum. Line’daki sahnelerden birinde Tuğçe’ler geliyor. Tuğçeyle 2001 yılında yakınlaşmışken ilişkiye çevirememiştik. Program sonunda telefonunu istiyorum, numaraları yazarken zaten kayıtlı olduğunu görünce hem utanıyorum hem de “kayıtlısın zaten, hiç silmedim” gururunu yaşıyorum. Askere döndüğümde mesajlaşmaya başlıyoruz. İkimizde de aynı telefon var, o dönemin meşhur GD92si.

19 Mayıs Dolmabahçe konserini tamamlayıp, Hadımköy’e teskere almaya dönüyorum. Oradaki subay, “sana çok ihtiyacımız vardı, keşke burada olsaydın” diye beni uğurluyor.

Dönüşte Tuğçe’yle görüşmeye başlıyoruz, 18 senedir evliyiz. Hala ilk günki gibi aşığım. Yani hiç bir şey tesadüf değil, konser için izin kullandırılmam, o izinde sahnede olmam, Tuğçe’yi görmem.. Yaşanan tüm anların bir sebebi ve bir neticesi var.

Ben belki girmedim kodese ama şu zamanda protestodan içeri giren öğrencilerin ve başkanımızın bir an önce salınması dileğiyle..

(SON)


Kara Melek ve Paşalar

Kara Melek ve Paşalar 98 yılı. Göztepe’de oturuyoruz. Saçlarım uzun. Güvenç askerde. 4lü çok güzel takıldığımız bir grup var. İlker, Alper, Okay, Ben. Caddedeyiz genelde.…

Read More

Kral Yolu

KRAL YOLU Babamlar biz küçükken aldıkları arsaya ufak bir ev yapmışlardı. Yazlık olarak kullanacaktık. Temelinin atıldığı zamanı hatırlarım. Bin bir zahmetle gidilen ve işin akşamlara…

Read More

Hakkımda

Çok çalıştım yeter ulan! diye emekli olup, istediklerimi gerçekleştirme zamanım geldi dediğimde henüz 40 yaşındaydım. Bir sürü farklı karakteri yaşayabilmek için akıl sağlığım da yerinde…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

two × four =