Kıvanç Kaplan Bir Yarı Deli'nin Günlüğü

Kral Yolu

KRAL YOLU

Babamlar biz küçükken aldıkları arsaya ufak bir ev yapmışlardı. Yazlık olarak kullanacaktık.
Temelinin atıldığı zamanı hatırlarım. Bin bir zahmetle gidilen ve işin akşamlara kaldığı, dolayısıyla ışık olmadığı için babamın arabanın uzun farlarıyla inşaatı aydınlatması halen aklımda.

Öğretmenlerin yaz aylarında verilen ara bence müthiş bi şey. Bizim Anne-Baba da öğretmen olunca tadını çıkartırdık. Öğretmenler için de bütün senenin yorgunluğu atabilmek ve yeni öğretim yılına hazırlanabilmek için bu iyi bir boşluktu. Çocukluğumuz hep böyle geçtiği için, yaz aylarında biraz gevşememizin sebebi de bu alışkanlık olabilir.

80li yılların ortasına doğru, Tekirdağ bölgesine talep çok artmaya başlamıştı. İstanbul’a yakın olması, denizin güzelliği, evlerin çoğunlukla müstakil ve satın alma/kiralama fiyatının oldukça uygun olması burayı cazibe merkezi haline getirmişti.

Özellikle İstanbul’luların bir bölümü Yeni Çiftlik bölgesinde konuşlanırken, diğer kısım daha batıda olan Barbaros-Kumbağ’ı tercih ediyordu. Öyle ki o zamanlar uçakla seyahat çok aktif değil, dolayısıyla kara seyahati hem ekonomik hem keyifli oluyordu. Ünlüler de akın ediyordu özellikle Kumbağ’a. Turistik tesisler, mekanlar hep fulldü. 90lı yılların sonuna kadar da devam etti bu rüzgar.

Bizim çocukluk arkadaşlarımızın çoğu da İstanbul’dan gelenlerden oluşuyordu. Yazlığımızın konumu denize çok yakındı. Sessiz, sakin. Bazı akşamlardaki balıkçı teknelerindeki
pancar motorunun sesi, bizi huzura kavuştururdu.

Marmara Denizi de çok cömertti. Kürekleri çekerek, mantara sardığımız çaparilerle çıktığımız sandallarda, güneş batmadan dönmüş olurduk. Çünkü teknemiz balık dolardı. Yeter artık diyip dönerdik. Annem bizi kumsala inen merdivenlerde karşılardı. Zaten kürekleri çekerek yavaş ilerleyebildiğimiz için dönüşümüzü izlemesi için yeteri zamanı oluyordu. Kürek diye de geçmemek lazım, her dönüşümüzde ellerimiz su toplardı.
Tuttuğumuz balıkları komşularla bölüşürdük. Diğer günlerde de komşular bizimle bölüşürdü. Balıklar da ufak kıraçalar, ispariler değil, istavritler, kolyoslardı. Bazen de dragonya gelirdi.

Balık tutmak zorlu ama bir o kadar da keyifliydi. İstarvitler iğneye takıldığında misinadaki parmağa tık tık ederdi, ama esas ustalık Kolyostaydı. Kilyos çok güçlü bir balık olduğundan, iğneye takıldığı an yukarı doğru çeker, sizde elinizde kurşun kopmuş hissiyle boş misinayı çekersiniz. İpin gerildiği an bir anda gücü hisseder ve hızlıca tekne içine almaya çalışırsınız. Kolyosun buraya kadar ki macerası, zehirli balık dediğimiz Dragonya ile aynı olduğundan, tam suyun üzerinden tekneye alacakken, sarımsı bir renk gördüğünüz anda, bu sefer gurur yerini korkuya bırakırdı. Dikenleri zehirlidir çünkü. Dokunmadan iğneden çıkartıp salmanız gerekir.
Bir de denizi sürekli okumak zorundaydık. Halen de ufuğa baktığımızda havanın nereye döneceğini söyleyebiliriz. Poyraz, Lodos, Dolunay, Med-Cezir derken istediğiniz kadar aplikasyon kullanın, bu eskilerin havayı koklaması kadar başarı olamazsınız. Bazı saatli maarif takviminde de bu dönümler yazar ve neredeyse tamamı doğru çıkar.

Martılama dediğimiz çok güzel bir tabir vardır. Suyun üzerinde ufacık dalgalar uzaktan bakıldığında gökyüzünde martılar uçuyormuş görüntüsünü yansıtır. Müthiş görüntü bence ama görüntüden öte betimlemesi benim çok daha hoşuma gidiyor. Martılama.

Hava bozulacağının sinyalini, ufuktan verir. Denizin tonunun bir ton koyusunu gördüğünüz an bilin ki rüzgar çıkacak. Zamanında da dönemezseniz, siz suyun üzerinde hafif sallanmaya başlamışken, esasında akıntının ve bozulan havanın içinde kalmışsınız demektir. Bu da en iyi kıyıdan okunur. Bu zamanında dönmek kürekli zamanlarda zorunluyken, şimdi nasıl olsa motor var diyip rahatlığa çevirdi olayı tabi.

Bakınca biz daha kıymetli zamanlar geçirmişiz meğerse. Kuyudan tulumbayla su çeker, teknenin kürekleriyle denize açılır, elle topladığımız mantar çapariler birbirine dolaştığında çözmeye çalışırdık. Her denize çıkmadan mutlaka elden geçirir, olabilesi bir aksiliğe karşı da, yedek çapari ve tamir takımını mutlaka koyardık.

Şimdi ki şartlar tabi çok daha konfor üzerine. Kuyularda sürekli bozulan dalgıç pompalar, teknelerin kıçında motor, balığın yerini gösteren sonarlar, metrelerce uzağa atabilip 1dk içinde toplayabildiğin kamışlar var. E tabi buna bağlı da artık balık yok. Hava karardı, geç oldu dönelim diyoruz artık.

Her insanoğlu gibi kaynağı tüketmekte ustayız. Endüstriyel ve kaçak avcılık, denizin de kirletilmesiyle bereketini kaybetti. Eski şartlarda tekneler neredeyse oraya giderdiniz. Rastgele diye birinize selam verirdiniz. Artık çoğu kişi, elindeki cihazlarla balığı takip edip, herkesten önce onları kapmaya çalışıyor. Ne ara bu kadar bencilleşti insanoğlu hayret.

Benim çocukluğum bu denizde geçtiğinden, bulunduğumuz bölgenin belki de en egzantrik doğa olayını paylaşmam gerek. O da kral yolu.

Nedir Kral Yolu? Kıyıdan yaklaşık 10 metre açıkta, sahile paralel uzanan, deniz seviyesinin hafif üzerine çıkan 3-4 metre genişliğinde bir kayalık yoldur. Uzunluğu 2-3 km’dir. Tabi zamanla çökmeleri olmuş, üzerin yosun ve midye kaplanmış. Bu yol Barbaros ile Tekirdağ arasındadır. En belirgin gözüktüğü yer, bizim bulunduğumuz Topağaç-Altınova bölgesidir. Suların çekildiği dönemde üzerinde yürüyebilirsiniz de. Bu kayalıkların güzel tarafı, ön taraf yani kıyı tarafındaki deniz seviyesinin insan boyunu geçmemesidir. Buraya biz havuz bölümü deriz. Yüzmek ve açılmak isteyenler de, kayalara çıkıp, arka tarafa atlayarak bunu çözer. Özellikle denizin durgun olduğu zamanlarda, kayaların üzerine oturup, ayakları sarkıtıp sohbet etmek muhteşem tarifsiz bir duygudur. En alttaki fotoğraf Güvenç ile, bize çok emekleri geçen, sahildeki çardağımızı tek başına yapan, rahmetli Nazmi amcamız. Fotoğraflarımızın çoğu babamın müthiş gayretleriyle dev dalgaların arasından çekebildiği, filmlerini bulmanın çok zor olduğu, Rus Lubitel2 fotoğraf makinasından. Bu taşlık aynı zamanda dalgakıran görevi de görüp yüksek dağlardan sahili korur. Böyle bir taş yolun unutulmaya yüz tutması, turistik bir biçimde korunup pazarlanmaması Tekirdağ’ın bence ayıplarından biridir.

Bu kayalıkların aralarında kopukluklar vardır. Kıyıdaki tekneler ve sandallar bu boşluktan açığa ilerler. En korkutucu bölgesi de tam olarak buralarıdır. Yüzerek oraya giden birisi, dipten gelen döner akıntıyla beraber su üzerine çıkmakta zorlanır. Maelstroms denir adına. Kişiyi aşağı çeker ve boğulma tehlikesi yaşatır. Özellikle dalgalı ve suyun yükseldiği havalarda, bu bölgeler her ne kadar uyarı tabelaları ve direklerle işaretlenmiş olsa da, bölgeyi ve dinamiğini bilmeyen birilerine denk gelmiş olup korkutucu anlar yaşatabilir.

Neden Kral Yolu? Nesilden nesile aktarılan bir masalsı bir hikayedir bu.

M.Ö.yıllara uzanıyoruz. Tekirdağ (Rodosto) ve Barbaros (Panidos) ayrı beyliklerdir. Barbaros limandan ulaşımı olabilen, karadan yolları çok dar, uzun ve zorlu olan bir beyliktir. Barbaros Beyinin çok güzel bir kızı vardır. Bu kızı görüp ve çok isteyen Tekirdağ Beyinin oğlu, kızı babasından istemeye gider. Barbaros Beyi de ‘bir şartla’ der. ‘Buradan Tekirdağ’a denizden bir yol yapacaksınız’ der. Bu yol, fakir durumda olan Barbaros beyliğini ticaret bakımından güçlendirecektir. Tekirdağ Beyliği tonlarca taşı suya dizer ve yolu yapar. Barbaros Beyinin kızı ile damat Tekirdağ’a yerleşir. Bir gün eşinin hamile olduğunu öğrenir ve müjdeyi vermek için denizden yola çıkarlar. Hava çok rüzgarlık ve dalgalıdır. Yolun ortasına doğru geldiklerinde, yola çıkmak için yanlış günü seçtiklerini anlarlar. Bir anda vuran sert dalgayla arabaları devrilir ve tüm çabalarına rağmen genç çift denizde boğulur.

Tekirdağ’lı rahmetli duayen gazeteci Şerif Baysalan, bu konuyu tıpkı Hayrabolu Köprüsü gibi ele almış, konuyla ilgili ufak bir kitapçık da çıkarmıştır. Onun yaptığı araştırma çok daha mitolojik. Ben bahsettiği tüm konulara ve karakterlere baktım. Çeşitli kaynaklardan da sayfalarca okudum. Masal ile örtüşen yerleri var ama karakterlerin hikayeleri farklı ilerliyor.

Şerif Baysalan konuyu Orpheus ile bağdaştırmış. Ares ve Dionysos’u da eklemiş. Güzel yerden yakalamış esasında. Keza Orpheus, Trakyalı Lir çalan bir müzisyen şair.

Şerif abinin hikayesinde, Tekirdağ’da Klara adında bir kız var ve Orpheus ona aşık oluyor. Ares de aşık ve buna sinirlenip şehrin arkasında Ganos Dağındaki Şarap tanrısı Dionysos’un yanına gidiyor. Orpheus Tekirdağ kralından kızını istiyor. Kral da yol yapılması şartını koyuyor, ve uzun uğraşlar sonunda yol yapılıyor. Gençler evleniyor. Bir gün Orpheus ve Klara bu yol üzerinde arabalarıyla ilerlerken, haberi alan Ares nefesiyle dalga yaratıp bu gençlerin boğulup ölmesine sebep oluyor.

Keşke Şerif Abi şimdi hayatta olsaydı da bu konuyu kendisiyle tartışabilseydik.
Çünkü tüm kaynaklarda Orpheus’un sadece bir tek kadına aşık olduğu yazar o da peri Eurydike’dir. Ve o hikaye esasında bir tragedya gibidir. Talihsiz aşk olarak yazar her yerde.
Kısaca Eurydike’yi yılan sokar ve ölür. Orpheus karısını o kadar çok sevmektedir ki, Lirini çalarak karanlık dünyanın bekçileri Charon ve 3 başlı köpek Cerberus’u ve bir sürü engeli aşarak Hades’in önüne çıkar. Kendisini de Lir ile büyüleyerek karısını geri ister. Hades bu isteğini kabul eder ama tek bir şart koşar, o da dünyaya çıkana kadar arkasını dönüp de karısına bakmamalıdır. Orpheus yolun sonuna gelmek üzereyken gerisinde gelmeyen ayak seslerinden şüphelenir ve arkasına bakar. Baktığı gibi Eurydike gözünün önünden kaybolur. Kahrından senelerce acı çeker ve Dionysos’un kendisi için gönderdiği kadınların tüm tekliflerini reddeder. Bunun üzerine kadınlar onu parçalara ayırıp denize atar. Orpheus’un kesik başı ve liri Lesbos Adasına kadar gelir. Lesboslular şaire cenaze töreni düzenler ve mezarını yaparlar. Orpheus’un ölümünden sonra, Tanrılar onun lirini gökyüzüne çıkarıp bir takımyıldızı yaparak ölümsüzleştirirler. Bu mit o kadar acılı ve efsanedir ki, arkasına bakmamaya çalışan bir aşığın, çok sevdiği karısını 2 kez kaybetmesinin acısını işler.

Şerif abimizin diğer yazdığı karakter Klara ile ilgili bir bilgiye ulaşamadım. Bahsi geçen mitler Homeros öncesi olduğundan, detay da çok yok maalesef. Mitolojideki krallık kızları isimlerine de baktım. Macarca bir isim olduğuna ulaşabildim en fazla. Bu konuyu kesinlikle Şerif Abiden dinlemek isterdim.

Nihayetinde bu yolun varlığı Tekirdağ için çok önemli. Umarım tekrar değerlendirmesi yapılır.
#kralyolu #barbaros #tekirdağ #süleymanpaşabelediyesi #orpheus #eurdike #eurdikeorpheus #şerifbaysalan #mitolojikhikayeler #lubitel2 #istarvit #kolyos #dragonya #çapari #sandal #kürek #maelstroms #rodosto #panidos #klara #ares #dionysus #nazmigunes #tekfurdağ


Grease Müzikalindeyiz

Grease Müzikalindeyiz Lise sondayız. Orkestradayım. Aynı zamanda Grease müzikalinde de oynuyorum bir parçada solistlik de var. Ortaokuldan beridir, bir şekilde şarkı söyletiliyor bana. Okul açılış…

Read More

Eskişehir

Eskişehir 98de gelmiştim en son, çok şey değişmiş, mükemmel bir şehir olmuş. Ateş tuğlası duvarlar, cepheler Avrupa şehri olmuş. Tıpkı Viyana’daki gibi huzur geldi bu…

Read More

Pistanthropbia Nedir?

“Pistanthrophobia – İnsanlara Güvenme Korkusu” Biz dönelim efsane! baterist olduğum lise yıllarına. Metal çalacağız. Grubun ismi ‘Misanthrope’. İnsanlardan nefret eden, ürken ve sevmeyen anlamına geliyor.…

Read More
About the author

Kıvanç Kaplan:

0 Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

14 − 7 =